31 Aralık 2018 Pazartesi

Umut Veren Söyleşi Yazı Dizisi - 1



Merhabalar. 2018'in son yazısı ile buradayım. Şimdiden yeni yıl bize güzellikler, sağlık ve huzur getirsin diye duamı buradan gökyüzüne bırakıyorum; o, hepinizi bulur.

Uzun zamandır sizlerle paylaşmak için sabırsızlandığım bir söyleşim vardı, sonunda sizinle paylaşabiliyorum. Söyleşim; seneler önce dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış, şimdi erişkin bir birey olarak kendi hayatını gayet başarılı şekilde devam ettirebilen bir arkadaşım ile. İsmini verip vermemem konusunda arkadaşım beni serbest bıraktı ancak ben vermemem, kısaltma kullanmamam konusunda ısrarcıyım. Mahremiyete ne denli önem verdiğimi biliyorsunuz.

Ailelerimiz biz uzmanlara hep sorarlar "Büyüyünce işe girecek mi?", "Ben olmadan idare edecek mi?". Ben de hep derim; "Atacağınız güzel ve doğru adımlarla neden olmasın?". Söyleşimi yaptığım arkadaşım ise özellikle annesinin attığı olumlu adımlarla bu günlere gelmiş.

Özenerek seçtiğim sorularıma özenerek cevaplar verdi ve bu cevaplar oldukça ayrıntılı olduğu için birkaç hafta boyunca yayınlamam gerekecek. İki hafta söyleşiyi yayınladıktan sonra söyleşiden benim ceplerimde ne kaldı konusunda da bir yazı yazacağım. Bence ailelerimize ve biz uzmanlara umut verecek bir söyleşi olduğu için bir yazı dizisi oluşturmaya değer, ne dersiniz?
Hadi başlayalım!
...
Nihan ATLAN:Özel gereksinimli bir birey olduğunun bilgisini ailen nasıl anladı?

Cevap: Ben 3 yaşındayken annem fark etmiş. Sonrasında Bakırköy Devlet Hastanesi’ne çocuk psikiyatristine götürmüş. Bakırköy’deki psikiyatrist annemi İstanbul Tıp Fakültesi çocuk ve genç ruh sağlığı psikiyatristine yönlendirmiş. Çocuk ve genç ruh sağlığı anabilim dalında uzman doktorlar orada mevcuttu. O zamanlar tedavi sürecimle Dr. Osman Abalı ilgilendi. Uzun yıllar tedavi sürecini İstanbul Tıp Fakültesi’nde geçirdim. İlkokul çağına geldiğim zaman ilaçlar kullanmaya başladım. 3 aydan 3 aya kontrollerim olurdu. İlaçları almak için rapor çıkarmamız gerekiyordu ve rapor süreci biraz uzun sürdü. Annem aylarca gece gündüz uğraştı raporu alabilmek için ve nihayetinde kurum, uygun görüp raporu verdi. Sonraki aşama, rehabilitasyon merkeziydi. Dr. Osman Abalı, annemi rehberlik merkezine yönlendirdi. Rehberlik merkezinde belirli testlerden geçtim ve bu test sonuçlarından sonra rehberlik merkezindeki heyet, özel gereksinimli olduğumu onayladı. Rapor çıktı. Rapor çıktıktan sonra rehabilitasyon merkezine başladım. Rehabilitasyon merkezi, öğrenim gördüğüm ilkokul ile irtibata geçti kaynaştırma raporum için. Eğitim ve öğrenimimin yarısı kaynaştırma raporu adı altında geçti.

Nihan ATLAN: Sen bu bilgi hakkında bilgilendirildin mi, bilgilendirildiysen bu süreç nasıl oldu?

Cevap: Bilgilendirilmedim ama buna iyi ya da kötü diyemiyorum. Zaman zaman içinde bulunduğum durumu sorguladığım oldu; fakat bunun bir önemi olmadığını düşündüm. Açıkçası annem ve hocam özel gereksinimli olduğumu hissettirmedi bana; ama eninde sonunda hissediyorsun. Bu bir hissiyat ve bundan kaçış yok. Ailen hissettirmez, özen gösterir. Toplumda herkes aynı hassasiyeti gösteremez. Sonuçta sürekli kurumda, okulda ya da evde değilsin. Dışarı çıktığın zaman, sokakta yürüdüğün zaman ister istemez özel gereksinimli olduğunu saklayamıyorsun. İnsanlar o kadar ince düşünemiyor. Sende tuhaf bir şey gördüğü zaman pat diye söylüyor yüzüne. Söylemeyen insanlar nadirdir. Onlar da bakışları ile yeterince söylemiş kadar oluyorlar.
Önemli olan şuydu; nasıl mücadele edebilirim bilmiyordum. Mücadele etmeyi elinden geldiğince annem ve özel eğitim gördüğüm kurumdaki Atilla Hoca'mdan öğrendim. ‘’Bu mücadele hepimizin mücadelesi!’’ diyerek bir yola çıktık. Sorgulamaktan ziyade kendi gelişimimi nasıl sağlayabilirim, kimden nasıl beslenebilirim, önemli olan buydu.
Yanılmışım gördüğüm kadarıyla. Her zaman teksin, istediğin kadar eşin, dostun, ailen, hocan yanında olsun; kendine yardımcı olacak kişi sensin. Mesele senin ne kadar istediğin, ne kadar gayret gösterdiğin. Karşındaki insan sana istediği eğitimi ne kadar mükemmel bir şekilde verirse versin; istediği kadar anlatsın, yırtınsın gayretin yoksa, çaba gösterecek bir eylemde bulunmuyorsan öğrenimini tamamlayamazsın. Bizi tanımlayan şey eylemlerimizdir. Sürekli öğrendiğin bir şey üzerine katkı yapacak, mertebeyi yükseltecek kişi her zaman sensin; karşındaki değil. Böylece bunu öğrenmiş oldum. Tekrar tekrar öğrendiğin bir şey üzerinden geçtikçe hafızada ister istemez kalıcı oluyor. Mesela öğrendiğim hiçbir şeyi unutmak istemedim. Bunun için hep çaba gösterdim. Sürekli tekrar ederdim çocukluğumda ve bunun faydasını şimdi görüyorum. Şu an çevrem bu durumu çok garip buluyor; çünkü 10 yıl öncesini harfiyen neyse onu anlatabiliyorum. Hangi kelime nerede söylendi, hangi cümle nerede konuşuldu hepsini bütün ayrıntılarıyla söyleyebiliyorum. Kimisi için anlamsız saçma gelebiliyor. Çok detaya takılıyorsun diyenler de var; ama o detay her şeyi değiştirebiliyor.

Nihan ATLAN: Rehabilitasyon merkezinde yaşadığın süreci anlatabilir misin?  Öğretmenlerin tutumu, okulların işleyişi, diğer öğrenciler, farklı tanılardan öğrencilere o yaşta verdiğin tepkiler vs. gibi.

Cevap: Rehabilitasyona alışma sürecim biraz zor oldu. Hemen benimseyemedim açıkçası.
Diğer öğrencilere nazaran ben daha "hafif"tim. Çok daha ağır öğrenciler vardı ve bu beni oldukça üzüyordu. Kuruma gittiğim zaman hızlıca merdivenleri çıkarak ders alanıma, odama giderdim; ağır öğrencilerle karşılaşmamak için. Sonra içime dert olur, merdivenlerden hızlıca iner ve diğer öğrencilere selam verip konuşmaya çalışırdım. Daha da üzülmek için üzülmezsem kendimden daha kötüsünü görmezsem nasıl kendim için iyi bir şey düşünüp mücadele edebilirdim ki?
İlk zamanlar kabullenemedim. Kuruma hiç gitmek istemiyordum, isteksizdim. İsmini hatırlamıyorum derslerime başka bir hoca giriyordu. O zaman Atilla Hoca idarecilik yapıyordu. Derslerime giren hoca zamanımı geçireyim, saatimi doldurayım, çekip gideyim der gibi bir haldeydi. Hiç samimi gelmemişti. Açıkçası memnun da değildim kendisinden. Ders dışında bir şey konuşmuyorduk ve sosyal hayatım ile ilgilenmiyordu bile. O yüzden devamsızlık yaptığım çok oldu. İlerleyen zaman sürecinde Atilla Hoca ile devam ettik. Enerjisi çok yüksekti, kanım hemen ısındı. Birbirimize zamanla alıştık ve uyum sağladık; daha da önemlisi takım olduk. Atilla hoca ile çalışmaya başladığım süreçte rehabilitasyona isteyerek gitmeye başlamıştım.

Nihan ATLAN: Senin bu süreçte karşılaştığın güçlükler nelerdi?

Cevap: Kendimden başka kimseyle ilgilenemedim. Beni üzen de buydu. Kendime zor yetiyordum. Sürekli kelimeler ve cümlelerin içinde sıkışıp kaldım. Kendim olamadığım için, herkesin ahlakına göre yaşamayı tercih etmek zorunda kaldığım için bedenim ve ruhum çatışıyordu. Hayatta hep bir şeylerin zorunda kalıyoruz. Bu zorundalık kendimizden çok karşı taraf için oluyor. Neden peki? Daha çok sevilelim diye mi, toplum içinde gözde olalım diye mi, o mutlu olsun da gerisi önemli değil demek için mi? Bazen insanlar meleği oynasalar da şeytanı göstermekten hiç çekinmezler. Neyse ki kalbim aklımdan önce geliyordu. Kalbimin sesini duymaya, duyurmaya, nefsimi değil de nefesimi dinlemeyi öğrendim. Kalbimiz çarptığı sürece umut vardır. Yaşamım boyunca çırpındım durdum. Kimsenin umursamadığı bir adam olmaktan çok korkuyordum. Hep bir uğraşın, çabanın içindeydim. Hangi tarafım fazla hangi tarafım eksik düşündüm durdum.
Bu uzunca bir süre kadar; hatta yıllar sürdü diyebilirim. Getirisi olduğu gibi götürüsü de oldu. Eksik tarafımdan değil de fazla olan tarafıma yoğunlaştım. Fazlasıyla eksik tarafımı kapatacağını düşündüm. Hayal gücümü oldukça ileri boyuta taşıdım. Gözlem yapmadan duramazdım; sonra duygu yönümün eksik olduğunu hissettim. Kurduğum hayaller de daha çok vicdan baskın kalıyordu. Bu da duyguyu ortaya çıkardı. Duygunun bende ortaya çıkışını daha da detaylandırmak gerekirse herhangi bir aidiyet duygum yoktu. ‘’Sadece yaşamak istiyorum.’’ düşüncesi vardı. Yaşadığım şeyleri kimseyle yaşayamadım. Bir derdimi, sıkıntımı biriyle paylaşabiliyordum; ama yaşadığım acıyı kimseyle yaşayamadığımı fark ettim. Gerçekte acı da yalnız yaşanır. Ona sahibinden başka kimse yaklaşamaz bunu anladım. Ben acıyla ilk defa susarak kendimi ifade edemeyerek tanıştım. Çocukluğumun en büyük acısıdır.
Aslında acı çekmek ya da acı çekme arzusu taşımak tamamen kişilikle ilgilidir; çünkü ne söylersem, ne yaparsam insanlara garip geliyordu. İlkokul çağımda ismim ile hiç seslenilmedim. Deli ya da sakat kelimesi ile seslenirlerdi. Üzülürdüm; ama üzerinde fazla durmamaya çalışırdım; ama takıldığım nokta şuydu: Hocalarım benimle gurur duyduklarını söylerlerdi; fakat benim hocalarımda aradığım şuydu: Bir hoca öğrencisinin yüzüne bakarken gözlerinin içi gülmeli. Ben bunu hocalarımda göremedim. Şimdi benim için gurur duyduğunu söylese neye yarar?
Çevrem, bakışlarımı kaçırmak zorunda olduğum insanlarla doluydu. Kör olmak istiyordum. Hayata karşı duruşumun denizanalarının duruşuyla aynı olduğunu düşündüm. Dalgalarla dalgalanıyor, dokunmaya çalışanları yakıyor, bir sağa bir sola savruluyordum. Evet, rahatsızlığım vardı ve tepkilerim, davranış biçimim sıra dışı olabilirdi. Bu bir kusursa insan kusurlarıyla güzeldir. Bunu kusur olarak görenler benin yanımda olmadılar. Tek başıma kaldım, her şeyi tek yapmak zorunda kaldım.
Yanımda sadece Annem vardı. Benden yana hiçbir zaman umudunu kesmedi. Herkesi utandırdım; ama annemi utandıramadım. Annem biliyordu, benim düzeleceğime inandı, bana güvendi ve her şeye rağmen hiçbir şeye kulak asmadı; ama çok üzülüyordu. Kaç kere ağladığını gördüm. Benden saklamaya çalışsa da ilkokul zamanımda, teneffüslerde bile annem yanımda olurdu, ayrılmazdı hiç. O zamanlar ilaç kullanıyordum. Oldukça ağır ve dozu yüksek ilaçlardı; ismini vermek istemiyorum. Annemin kaygısı anladığım kadarıyla gurur meselesi yapacağımı düşünüyordu. Ben rahatsız mıyım da o ilaçları içiyorum gibi. İlaçların bir kısmı annemde bir kısmı sınıf öğretmenimde olurdu. Bir yandan da ilaçlarını almadın mı diyen alaycı tavırlarıyla ilkokul arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim vardı. Hadi çocukları geçtim de bir eğitimci bunu niye söyler ki? Evet okulun, sınıfın huzurunu bozacak şeyler yapardım; öğretmenleri aşırı derece kızdırdığım, üzdüğüm olurdu farkında olmadan; fakat bu durum, bunu söyleme hakkını vermezdi diye düşünürdüm. Veli toplantısı olduğu zaman annemin yüzündeki üzüntüyü hiç unutmazdım. Bütün veliler annemi suçlarcasına laf söylerdi. Bizim çocuklarımızın huzurunu, dikkatini dağıtıyor diye. Annem orada hep savunmasız kalıyordu. Haliyle bana da bir şey diyemiyordu.
Kabullenmek gerekirse aileme ve çevreme zor şeyler yaşattım. Zor yıllardı, bir yandan annem benim üzerime titrerken diğer yandan da ‘’Bu çocuk kaynaştırma öğrencisi olmasa burada bir dakika bile tutmayız.’’ diyen idarecilerin seslerini duyuyordum. Kaynaştırma raporu nedir bilmem. Çok sayıda okul ve sınıf değiştirdim. Alışmak ne demek, kabullenmek ne demek o zaman öğrendim. Her şeye alışabiliyordum artık. Başka çarem de yoktu. Başkalarının isteği önce geliyordu. Kimse ne istediğimi sormadı, ne olacağımı sormadığı gibi. Kimseye bir şey diyemedim, kızamadım. Böyle bir hakkım olduğunu düşünmedim bile. Ne olursa olsun bu durumdan kurtulacaktım. Bunu bilmek beni yeterince mutlu ediyordu. İçinde bulunduğum durumda, iyi ya da kötü, karşı tarafın size ne hissettirdiği önemli. Karşı taraf bana bunu kötü hissettirdi. O yüzden "Bu durumdan kurtulacaktım." cümlesini kurdum. Evet, uyumsuz bir çocuktum ama uyumsuzluk asla başarısızlık değildir. Eğitim hayatım boyunca öğrenmem gerekenden çok öğrenmemem gereken şeyleri öğrendim.

Nihan ATLAN: Bu süreçte karşılaştığın güzel durumlar ve sana katkıları neler oldu?

Cevap: Sağlıklı olmanın yollarını arıyordum. Sağlıklı olmanın yolu mutluluktan geçiyordu. Tek başına mutluluğun yeterli olmadığını, mutluluğu sevenlerin, sevdiklerinle anı haline geleceğini düşündüm. İnsana mutluluk kadar sağlık katan bir şey yok. Bir insan başkasını mutlu etmeden mutlu olamıyor bunu anladım. Mutlu olmanın bu dünyada bir yolu daha var, o da iyilik yapmaktır. İyiliğin tanımı elbette değişebilir. Komşuna yardım edersin ya da ağaç dikersin… Hazdan, aşktan vazgeçilsin demiyorum elbet ama ruhun da doyurulmaya ihtiyacı olduğunu anladım.
İyi olmak dünyanın en zor işidir. Kötü olma şansın varken iyi olmayı seçersen bunun sonucu huzur ve mutluluktur. Bir insan nasıl acı çeker diye düşündüm. Ben niye acı çektim? Sevmeden acı çekemezsin. Karşındakine acı çektireceksen önce kendini sevdireceksin. Gerçekler işte böyle can sıkar! Kıymetli olanın ne olduğunu anladım sonunda. Önce kendi kıymetini bileceksin, sonra o kıymeti diğer insanlara vermeyi öğreteceksin. Bak gerçeğin ta kendisi işte! Gerçek olmak istedim. Hayalin bile gerçek ile sınırlı olan tarafını düşündüm. Doğru olanı yakalamaya çalıştım, hep mücadele ettim. Topluma karşı kendimi sorumlu hissetmeye başlamıştım.
Bugünden bahsedecek olursak tam tersi bir durum söz konusu. Sorumluluk kavramı ortadan kalktı. Bir kıza âşık olup acı çekmek, sevdiğini beklemek bugünün dünyasında yeri olmayan durumlar. Artık bugün biri, yarın ise bir başkası var. Bu da hayatı anlamsızlaştıran, değersizleştiren bir durum. Hayatın çok hızlanması anlamı yok ediyor. Müzik de bile melodi değil rtim öne çıkıyor. Melodiyi duymayan ruh asla doymaz, kederlenmez ya da sevince kapılmaz. Hayatın her alanında yaşanan biraz da bu. Yürümenin bana iyi geldiğini fark ettim. Yürümek, iyi bir hikâye ya da şiir okumak, güzel bir müzik dinlemek, bir insanla sohbet etmek bana huzur veriyordu. Tecrübeler deneyimler bize yoğuracak sözcükler sağlar. Bunları yazarken bir yandan da şunu söylemek isterim. Sanırım yalnızlığa yatkın bir kişiliğim olduğunu fark ettim. Bu hoşuma gidiyordu, çünkü hayal gücümü ve yaratıcılığımı besliyordu. Bir şeyler üretebilmek, yazabilmek, bulabilmek için yalnız olmam gerektiğini düşünürdüm ve çoğu zaman yalnız olurdum.

Nihan ATLAN: Tanının kalkması sonrası hayatında meydana gelen değişiklikleri anlatabilir misin?

Cevap: Tanı kalktıktan sonra hayatımda meydana gelen değişiklik bir daha rehabilitasyon merkezine gidemeyecek olmamdı. Baktığım zaman bana en büyük katkıda bulunan, beni başarılı kılan, gerek öğrenim, kültür, eğlence, sosyalleşme, ifade biçimi, diksiyon vs. gibi her konuda yardımcı olan bir kurum sonuçta. Kurum dediğimiz aslında çatısı olan bir bina işte. Önemli olan; kurumun içinde eğitimcilik ruhunu taşıyan, ticari bir amaç gütmeyen, işini sevdiği için yapan realist bir eğitimcinin olmasıydı. Şanslıydım! Öyle biri vardı kurumda. Hocam Atilla Işık, ondan ayrılacağım için üzülüyordum. İşte tanı sonrası hayatımda meydana gelen söyleyebileceğim tek değişiklik bu.
Benim açımdan tanı öncesi ya da tanı sonrası diye bir şey olmadı. O tanının benim için tek önemi rol model olarak gördüğüm, kurumda eğitim aldığım, bana eğitim veren, yanımda olan, beni yalnız bırakmayan hocamdı. Başıma gelen iyi ya da kötü şeyleri tanıya bağlı olabileceğini düşünmedim. Aslında üzerimde tanı olduğunu düşünmedim. Belki de bunların hiçbirini düşünmediğim için, önüme baktığım için iyi oldum bilmiyorum.
İnsan bilmeyince kendinden çok emin oluyor. Hayatımda meydana gelen o kadar değişik şeyler vardı ki hem tanının içinde hem tanının dışında! O yüzden tanının benim için bir önemi yok. Hayatımızda güzel şeyler meydana geldiği zaman bunu özel bir durumun içinde olduğumuz için o güzel şeylerin başımıza geldiğini düşünüyoruz sadece. Kendimizi tamamen iyi hissetmek için düşündüğümüz, söylediğimiz koca bir yalan aslında. Bu biraz şey gibi: sabahları gülümseyerek birbirimize ‘’Günaydın’’ deriz. Neden peki? Karşı tarafa kendini iyi hissettirmek için, kendimizi iyi hissetmemiz için. Yani söylemek için söylediğimiz bir şey işte. Tanı varken de ilkokul ve lise okudum; tanı yokken de lise ve üniversite okudum. Tanı varken de bir işte çalıştım; tanı yokken de bir işte çalıştım. Şimdi başıma gelen şeyleri bir kelimeye, tanıya nasıl bağlayabilirim ki? Bunları yaşamam, görmem gerekiyormuş. Yaşadım ve gördüm. Bundan hiçbir zaman kaçmadım. Kaçsaydım kendimle savaşacaktım. Mücadele ettim, hayatla savaştım. Hayat beni tercih etti, ben de hayata karşı mücadele etmeyi tercih ettim.

26 Aralık 2018 Çarşamba

Özel Gereksinimli Bireylerde Uyku Problemlerine Nasıl Müdahale Edilir?



Merhabalar. Özüme dönüp, makale okumalarına vakit ayırabildiğim günler yaşıyorum ve öyle mutluyum ki! Okulun işleri, yüksek lisans sorumluluklarım, özel hayatımdaki görevlerim, seminerler, kongreler derken makalelere vakit ayıramaz olmuştum. Her hafta bir makale okuyor ve bu makaleler üzerine okulda değişiklikler yapıyor ve planlamalar uyguluyorum. Eminim bu durum beni mutlu ettiği kadar makaleyi yazan hocaları da mutlu ediyor! Bir akademisyen için uygulamaya geçen bir araştırma yapmak çok keyifli olsa gerek!
Öte taraftan da çocuklarımın anne ve babaları! Okuldaki bu olumlu ve bilimsel adımları yakından takip ederek destek oluyorlar. Hemdem Özel Eğitim'in bir parça olmasam da böyle düşünürdüm: Bu okulun çocukları çok şanslı.
...
Bu hafta kaynak makalem Öğretim Üyesi Dr. Özlem Toper'e ait bir makale. Makalenin ismi; Otizm Spektrum Bozukluğu ve Zihin Yetersizliği Olan Çocuklarda Uyku Sorunları ve Davranışsal Müdahale Yöntemleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi'nin 2018 yılı, 19. cildinin 4. sayısında yayınlandı. Makaleye ulaşmak isteyenler için şuraya bir bağlantı bırakıyorum.
...
Özel gereksinimli bireylerde yaşanan uyku problemleri hakkında bir yazı yazmıştım. Bu yazımı da, okuduğum makale sonrası biraz genişlettim ve yeniledim. Yazıyı okumaya başlamadan önce, önceki yazımı okumanızı tavsiye ederim. Buradan yazıma ulaşabilirsiniz.
Yazıyı okuduysanız hadi başlayalım.
...
Öncelikle işe uyku problemlerini değerlendirerek, problemin ne olduğunu net bir şekilde ortaya koyarak başlamalıyız. Bu değerlendirme süreci en az yedi gece/gün sürmeli. Yedi gece sistematik bir veri aldığımızda uyku probleminin ne olduğu hakkında daha net bir bilgi elde edebiliriz. Bu nedenle çeşitli değerlendirme araçlarına ya da görüşlerine ihtiyacımız var. Makalede objektif ve subjektif olmak üzere iki grupta toplanmış değerlendirme araçları. Toplamda altı tane var.
  • Subjektif olan değerlendirme araçları daha çok kişiye özel. Aileden bilgi alınması sebebiyle dolaylı değerlendirme aracıdır diyebiliriz. Bu grupta uyku anketleri ve uyku günlükleri söz konusudur.
    • Uyku anketleri literatürde halihazırda bulunan anketlerdir. Örneğin Uyku Bozuklukları Davranışsal Değerlendirmesi, Çocuklar İçin Uyku Alışkanlıkları Anketi, Uyku Alışkanlıkları İçin Aile Envanteri gibi.
    • Uyku günlükleri ise bireylerin uyuma, uyanma, uyku süresi gibi istatistiksel verilerinin tutulduğu bir sistemdir. Anketlere göre daha ayrıntılı bilgiler verdiği için tercih edilmektedir.
  • Objektif değerlendirme yöntemleri ise doğrudan gözleme dayalı yöntemlerdir. Uyku esnasında bireyler doğrudan gözlemlenir.
    • Aktigrafi, bireylerin bacak ya da kol bileklerine bir cihazın yerleştirilmesi ile uyku, uyanma, uyku yeterliliği, gece davranışları hakkında bilgi verir.
    • Polisomnografi; uyku süresince kafa derisine yerleştirilen elektrotlar yoluyla göz hareketleri, kas aktiviteleri gibi konularda bilgi verir.
    • Videosomnografi; uyku esnasında bireylerin odalarına koyulan bir video kamera ile birlikte uyku hareketleri, uyanma sıklığı gibi konularda bilgi verir. Ancak uyku esnasında yorganın altında uyuyan bireylerde sınırlı bilgilere sebep olabilmektedir.
    • İşlevsel değerlendirme; uygulamalı davranış analizi prensiplerine uygun olarak bireylerin uyku davranışları öncesinde, esnasında ve sonrasında neler olduğu hakkında ayrıntılı bilgi veren bir değerlendirme yöntemidir. 
Değerlendirmemizi aldık, gerekli tetkikler yapıldı. Sonra? Sonrası özel eğitim öğretmeninizle birlikte müdahaleye başlamak. (Neden özel eğitim öğretmeni ile? Çünkü hayatınızdaki uzmanları haberdar etmeden bu tür adımlar atmak hem doğru olmaz hem de süreç içerisinde destek almanız için uzmanlarınız gereklidir.) Makalede Özlem Hoca davranışsal müdahale yöntemlerini sıralamış. Ben de sizinle onları paylaşacağım ancak daha ayrıntılı bilgi almak ve uygulama konusunda destek almak isteyen aileler ve uzmanlar, benimle ya da doğrudan makalenin sahibi Özlem Hoca ile iletişime geçebilirler.

Hadi yöntemlere bakalım.
  • Uyku zamanı rutinleri oluşturma: Uykudan önce banyo yapma gibi, kitap okuma gibi rutinler oluşturma uyku problemlerini azaltmada oldukça etkilidir. Bu rutinler sakin ve sessiz rutinler olursa daha etkili olacaktır.
  • Uyku zamanını planlama: Bu en önemli uygulamadır çünkü uyku zamanını planlamadan yapılacak diğer uygulamalar işe yaramayacaktır. Burada aynı saatte uyuma, aynı saatte uyanma ve öğle uykularını da bu rutini olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde planlama olarak düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Uyku hijyeni: Öncelikle kelime anlamına bakalım; sağlıklı uyku düzeni ve doğru uyku alışkanlığı uyku hijyenidir. Buna ek olarak karanlık odada uyku, gürültünün az olduğu ortamda uyku gibi durumlara dikkat edilerek uyku hijyeni sağlanabilir.
  • Uyku zamanını silikleştirme: Hatırlarsınız daha önce "uyaran silikleştirme" dediğimiz bir teknik vardı. Bu tekniğe bağlı olarak uyku zamanınında da adım adım değişiklikler yapabilir ve çocuğunuzun, hedeflediğiniz saatte uyumasına yardımcı olabilirsiniz. Örneğin çocuğunuz 22.00'da uyumalı ancak hep 23.00'a dek uyumuyor. Öncelikle çocuğunuzun kolayca uykuya daldığı saati belirlediniz: 23.00, siz hedefi 23.30 olarak belirliyorsunuz ve çocuğunuz bu saatten önce uyumak isterse izin vermiyorsunuz. Ardından aşama aşama, günler geçtikçe süreyi on beş dakika aralıklarla geriye doğru çekiyorsunuz. Bu esnada sabahları aynı saatte uyandırmaya devam ediyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki erkenden uyuyan bir çocuğunuz var.
  • Sönme: Temel olarak bu yöntem uyku öncesi problem davranışları görmezden gelmeyi hedefler. Bu problem davranışlar görmezden gelindikçe önce "sönme patlaması" oluşur, sonra zamanla azalma görülür ve davranışlar söner. Sönme patlaması, davranışın eskisinden daha fazla gözlemlenmesi demektir.
  • Uyaran silikleştirme: Özellikle anne ya da babayla uyuyan çocuklar için kullanılan bir yöntemdir. Anne ile uyuyan çocuk için anne önce aynı odada yakın bir kanepede, sonra uzak bir kanepede gibi basamak basamak uyku alanları oluşturur. En sonunda kendi odasında bağımsız uyuyan bir birey olmuş olur çocuğunuz.
  • Uyku kısıtlaması: Gece-gündüz uyku döngüsü karışmış çocuklar için yatakta uyuduğu vakti sınırlandırma tekniği uygulanır.
  • Kronoterapi: Gece-gündüz uyku döngüsü karışmış çocuklar için kullanılır. Giderek daha erken yatağa gönderilen birey her sabah aynı saatte uyandırılır. Böylece uyku düzenine kavuşulmuş olur.
  • İzin kartı: Yalnız uyumakta zorlanan bireyler için kullanılan bir tekniktir. Bu teknikte çocuğa her gece kullanabileceği bir kart verilir. Bu kart ile gece sadece bir kez ailesinin yanına gelebilir, uykuya ara verebilir ancak ikinci kez bunu yapamaz. Bu şekilde birey uykuyu kesintisiz devam ettirmeyi, uyandığında yeniden uyumayı öğrenir.
  • Planlı uyandırma: Gece korkuları olan, bu korkuların sebepleri net olarak bilinmediğinde bireylerin korkuyla uyandıkları saat aralıkları belirlenir ve bu aralık gelmeden yarım saat önce birey uyandırılır. Bu şekilde gece korkuları, amaçsız ve korkuyla uyanmalar son bulur.
Bir değil birden çok tekniği aynı anda uygulamak daha kalıcı ve kesin çözüme ulaşmamızı sağlıyormuş yapılan çalışmalara göre. Örneğin uyku zamanı rutinleri oluşturma, uyku zamanını planlama ve uyaran silikleştirme ile yalnız  başına uyumakta zorlanan çocuğunuza daha kalıcı ve kolay şekilde beceriler öğretebilirsiniz.

Umarım hepimiz için yararlı ve merak uyandıran, yeni bilgiye ulaşmayı hedeflememizi sağlayan bir yazı olmuştur.

18 Aralık 2018 Salı

Umut Veren Yazı Dizisi - 2



Merhabalar. Geçen hafta başladığımız söyleşimize bu hafta devam ediyorum, iyi okumalar.


Nihan ATLAN: Tanı kalktıktan sonra bu konu hakkında resmi kuruluşlarda sorun yaşadın mı? (Çoğu aile, rapor karşımıza çıkar diyerek rapor almak istemiyor. Senin karşına çıktı mı bunu öğrenmek istiyorum.)

Cevap: Tanı kalktıktan sonra hiçbir resmi kuruluşlarda sorun yaşamadım. Rapor hiçbir şekilde karşıma çıkmadı. Aileler rapor çıkma sürecinde gerekli kurum ve kişilere doğru bilgilendirilme yapılmadığı için endişe yaşayabiliyorlar. Bunun sonucunda askerlik, üniversite, iş bulma, evlilik gibi durumlarda bu raporun karşılarına çıkacakları korkusunu yaşıyorlar. Bu nedenle bazı aileler rapor almak yerine özel ders ücreti ile kurum ve kişilerden ders alarak bu süreci tamamlamaya çalışabiliyorlar; ama en çok korktukları damga yemek. Çünkü rapor sonucu okula bildirilmektedir. Bu durumda başta sınıf öğretmeni ve sınıf arkadaşları olmak üzere herkesin bakış açısı değişebilmektedir. Örnek üzerinden gidersek: Askerlik çağım geldi diyelim ve askerliğimi yapmıyorum. Dolayısıyla kaçak gözüküyorum devletin kurumlarında; ama askerliğimi yaparsam kaçak durumum ortadan kalkacak değil mi?
Bu süreç bittiği zaman o rapor hiçbir yerde, hiçbir kurumda karşınıza çıkmıyor. Zaten bir yıllığına alınan bir rapor süresi bittiği zaman bir yerde karşınıza çıkması imkânsız. Raporun süresi var. Her yıl o raporu rehberlik merkezi de uygun ve gerek gördüğü sürece yeniler. Telaş edilebilecek, endişe duyulabilecek bir şey değil. Daha ekonomik düşünmek gerekirse; özel ders ücreti vermek yerine bu rapor alınabilir. Sonuçta devlet böyle bir imkân sağlamış. Dolayısıyla özel derse verdiğiniz ücreti çocuğunuzun başka ihtiyaçlarına, yapacağı aktiviteleri göz önünde bulundurarak harcama yapılabilir.
Ne oluyorsa imkansızlıktan oluyor. İmkân olduğu sürece önünde engel olmuyor ve bir şeyler yapılabiliyor. Ben özel ders almadım raporluydum. Evet damgalıydım! Herkes biliyordu raporlu olduğumu; ama ailem yanımdaydı. Kurumdaki hocam yanımdaydı. O yüzden bir şeylere göğüs gelebiliyordum. Yalnız olmamam için elinden geleni gösteren bir ailem ve kurumdaki hocam vardı. Siz aileler ve kurumda çalışan öğretmenler çocuklara elinizden gelen gayreti çabayı gösterdiğiniz sürece o çocuk da buna kayıtsız kalamıyor, bir şeyler yapmaya çalıyor az çok bir önemi yok. O çocuğun çabasını gördüğünüz zaman mutlu olmuyor musunuz, sevinmiyor musunuz? İşte bu sevgiyi, mutluluğu paylaşın çocuklarınızla. Paylaşmaktan ziyade hissettirin. His olmadığı zaman hiçbir şey olmuyor inanın. Bu söylediklerimi yapmıyorsunuzdur demiyorum; sadece başımdan geçenleri anlatıyorum ve önerilerim bunlar.

Nihan ATLAN: Şimdi nasıl bir hayatın var?

Cevap: Hem koştum hem de kendi koşuşumu izledim. Bu süre içerisinde önceki ve sonraki yaşadıklarımı gözden geçirdim defalarca. Geldiğim, geleceğim, gördüğüm, göreceğim, duyduklarım, duyacaklarım, yaşadıklarım, yaşayacaklarım... Her şeyden ötürü memnunum. Yine olsa inanın yine o duyguları yaşamak isterdim! Bir gün bile susacak hikayelerim olsun istemedim çünkü. İsteyince neler olabileceğini tekrar göstermek isterdim. Bir şeyler için geç kaldım, ama o arayı kısa sürede kapattım.  Kendime yardımcı olduğum için, daha da olacağım için vicdanım rahat. Sevdiğim işi yaptığım sürece, sevdiklerim yanımda bulunduğu sürece keyif almanın tadını çıkardım. Her şey çok kıymetli. Özellikle zaman geçtikçe o kıymet daha da önemli oluyor. Bir şey yaşanacaksa yaşanır, olacaksa olur. Kabullenip mücadelemi verdim. Hedefi için gayret sarf etmeyen, emek vermeyen insanın hayatı nasıl olabilir diyerek başladı. Emeğimi de verdim, gayretimi de gösterdim. Bunun mutluluğunu yaşıyorum. Şimdi, kendim için hayat ve zaman çok güzel diyemiyorum. Bu biraz göreceli bir durum. Şunu söyleyebilirim ki kendimi iyi hissediyorum. 

Nihan ATLAN: Ailelere önermek istediğin konular var mı?

Cevap: Ailelere önerim; Prof. Dr. Yankı Yazgan çocuk, ergen ve erişkin psikiyatristi kendisi. Mutlaka takipçileri olmalarını isterim. İnternet ortamında, kişisel bloğunda röportajları var. İzlemekte fayda var ve birçok sayıda kitabı var. Okumalarını öneririm. Bütün kitapları birbirinden eşsiz. Bu yüzden önereceğim bir kitabı yok. Hepsi çok güzel. Okuyacağınız zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ben birkaç yıldır kendisini yakından takip ediyorum. Hem ailelere hem çocuklara, gençlere faydası katkısı olacaktır.
Anne ve babalar kendi yapamadıkları her şeyi çocuklarına yüklemeye çalışıyorlar. Çocuklar da özgür yaşayamıyor. Kendimize dışarıdan bakmalıyız. Yaptığımız şeyleri fark ettikçe davranışlarımızı törpüleyebiliriz. Çocuklara güvenmek, özgür olmalarını sağlamak, kendilerine dışardan bakabilmelerine yol açmak gerekiyor. Bir insanı sürekli denetlemek imkânsız. Her çocuk sözünü korkmadan söyleyebilmeyi öğrenmeli. Çocuklarla sakil bir ilişki kurulmamalı. O zaman da topluma faydalı insan yetişmiyor. Çocuklar insan ilişkilerinde sevgiyi bilmek zorundalar. Dünyada tek önemli olan şey sevgidir. Gittikçe yok olsa da...
Kendi eksikliklerimizle hiç ilgilenmiyoruz. Aslında bu bir Türk yapısı ve biz başkasının derdini kendi derdimiz ediniriz. Bu benim için gurur verici; ama bu, bize kendimizi unutturuyor. Zaman zaman karşı tarafın en ufak bir kusuru göze batıyor kendi kusurumuz yokmuş gibi!
Konumuza dönersek; evlat doğuran bir kadından mutluluk esirgenmemeli. Bu evladın annesine, ailesine olan minnet borcudur. Bireyler genellikle kendilerini özel görürler; kendileri gibi çocuklarını da özel görmek isterler. Burada ince bir çizgi var. Herkes kendini özel olarak görmek ister; ama kimse özel olup olmadığını anlayamaz. Gözlemliyorum çocukları olan aileler çocuğu hasta olduğunda doktora götürdüğü zaman ailenin doktora verdiği cevap şu oluyor: ‘’Benim çocuğum hasta oldu, nasıl olur, salgın mı var?’’ Salgın yok. Çocuğun hasta oldu. Benim çocuğum nasıl hasta olur? Ailenin bakışı bu. Benim çocuğum bunu biliyor, şunu yapıyor çok zeki! Hayır zeki değil; yeni jenerasyonun türevi, bu algılar açık. En ufak bir şeyi hemen kurcalayıp çözebiliyorlar.
Konumuza dönersek; bu özelliklerin içinde beklentilerini yüksek tutan anne ve baba, çocuğuna oluşturduğu kimliğin farkında değildir. Daha çok görevmiş gibi düşünülür. Ne zaman o çocuk ailenin isteklerinin beklentilerinin dışında yer alır, o zaman aile için bir hayal kırıklığı söz konusudur. Otorite devreye girer. Kimi zaman otorite yanlış bilinir. Çünkü otorite görünen güç değil görünmeyen güçtür. Görünmeyenle karşı karşıyasınızdır. Kabullenmek ile ilgili bir sorunumuz olduğu milletçe ortada ve açık. Halbuki kabullenip usul usul yaşayamıyoruz o güzelliğin, mutluluğun içinde. Kimlik bunalımı burada ortaya çıkıyor ve bu bir toplumsal sorun! Toplumu kendimize örnek almak yerine topluma kanalize olup o renk çemberinin içine girmeliyiz. Halbuki bunun içinde yanlış olanlar olduğu gibi doğru olanlar da var. Atasözü ile; yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyidir. Bir şeyler doğru olacak diye doğru yolda yürüyemeyiz. Yanlış yolda doğrularla karşılaşabiliriz. Hayat yanlışıyla doğrusuyla güzel. Hayat bitti dediğimiz zaman bol sürprizlerle tekrar başlıyor. Roman yazarı Eleanor H. Porter’ı örnek gösterebilirim burada. En büyük olumsuzluklardan mutluluklar çıkaran Pollyanna... Şimdi Anne mi kutsal yoksa bir avuç toprak mı? Kutsal nedir: Övgüye değer olan saygıyı hak eden. Ekmek, bakıldığında bir buğday tanesi. Buğday, başak artığı. Başak topraktır. Toprağın üzerine basabiliyorsun; ama ekmeğin üzerine basamıyorsun. Çünkü seni yetiştiren ahlak, yerde ekmek gördüğünde öpüp başına koyup o ekmeği yükseğe koymayı öğretiyor. Sana kutsalı belirtiyor. Anne, aile bence de kutsal. Sevdikleriniz olduğu için kutsal. Bu kutsalı her evlada gerekse kendi çocuğundan ayırt etmeksizin öğretmek bireyin milletine, kendine, vatanına borcudur. Günümüzde çocuk yapmak için evlenen insanlar görüyoruz ve daha evlenmeden çocuk tasarlayan insanlara şahitlik ediyoruz. Moda tasarımı gibi biraz bu. Çiziyoruz, biçiyoruz, boyuyoruz oldu bitti gibi. Önceliklerimizi belirleyelim çocuk olduktan sonra ve olmadan önce. Kendi içimizde bile sevdiğin kadın ya da adam iken dünyaya getirdiğin çocuk oluyor. Öncelik ve ihmalkarlık başlıyor. Bir tarafa gösterdiğin sevgiyle diğer tarafı ihmal edebiliyorsun. Halbuki bir tarafımız hep sevgiye aç. Önemli olan aynı eş değerde aileye o sevgiyi verebilmenin bilincinde olmaktır. Mutluluktan sevgiye dair hayatın içinde ayrı bir dünya kurmak isteyen insanlar mutluluğun sadece çocukta olduğunu düşünürlerken bir yandan da adım adım geleceği hesaplıyorlar. Durun söyleyeyim: Öyle bir geleceğin gelip gelmeyeceğini bilmiyoruz, öyle bir geleceğin olup olmadığını bilmiyoruz. Elbette bir adım önümüzü düşünmek olağandır; ama geleceğe yönelik uzun vadeli planlar her zaman yanılgıdan ibarettir.
Evlilikler ve ikili ilişkiler de cinsellik dışında düşünülmesi gerekenler; ilişkilere şöyle bakılmalı diye düşünerek evlilikler de ihtiyaç olan gereksinimler bu hayatın altını neyle beslediğin çok önemlidir. Huzurla mı, sevgiyle mi, mutlulukla mı? O yuvaya hizmet ederek mi? İkili ilişkilerin birbirlerine katkıda bulunması gerektiğini düşünürüm. Katkı burada büyük bir faktör. Yeni bir bilgiye ulaştığımızda, araştırdığımızda, öğrendiğimizde ya da karşımızdaki insanın bizimle paylaştığı bilgiler bile bize mutluluk veriyor. Çünkü katkı var işin içinde. Bu soruların cevapları sizlerde. Sevgi, başımıza ne gelirse gelsin onu sevmek olarak biliriz. Aslında sevgi, karşımızdaki ne olursa olsun onu sevmek oluyor. Karşınızdaki ne olursa olsun onu sevmek bir parça da olsa haysiyettir. En iğrenç ve itici insana bile sevgi gösterdiğimiz zaman bile bir çiçek gibi açılır.
Engelleri kaldır, hayatı paylaşmak için engel yok. Yeter ki kalbini engelleme. Bir insanı sevmek, inanmak kadar mükemmel bir şey olamaz. İnsan kendini sağlıklı hissettiği sürece sağlıklıdır. Kendini iyi hissettiği sürece iyidir. Bunları yazmamın bir nedeni var. Bu neden, baktığınız yere yardımcı olmaktır. İlgimizi, sevgimizi, gayretimizi elimizde olduğu kadarını verebilmek için, bir adım daha ileri gidebilmek ve o adımı görebilmek için isteyince neler olabileceğini görmek, göstermek için... Sevmeyi öğreterek sevilmeyi öğreterek…
Annem hep şunu söylerdi: ‘’Aza kanaat edemeyen çoğa hiç kanaat edemez.’’ Elimizdeki ya da karşımızdaki ne olursa olsun onu şekillendirmek, katkıda bulunmak bizlerin elinde. Kaderci mi olmalıyız? Her şeyi olduğu gibi kadere bırakamayız. Sen yapmazsan, o yapmazsa kim yapabilir ki? Sorunsuz bir çocuk düşünüyorum şu an. Sorunsuz! Mümkün mü sizce? Sorunsuz bir çocukla karşı karşıya kalsam aileye tavsiyem pedagoga götürmeleri olurdu. Çocuk bu! Kıracak, dökecek, huysuzluk edecek. Çevresini rahatsız edecek kimi zaman yetişkin insanın yaptığı gibi. En büyük sorun sorunsuz olmaktır. Bir insan, ben sorunsuzum diyorsa emin olun ki en büyük sorunla karşı karşıyadır. Sorunlarımız var, dertlerimiz var elbette ama bunları gidermenin yolu karşınızdaki insanlar; ya da birini tanıyayım, çırpınayım, elimden tutsun, sorunlarımızı çözsün düşüncesi bencilliktir. Derdimiz olduğu gibi dermanı olacak kişi de bizleriz. Belirli bir konuyu tartışmak istemedim aksine birçok meseleyi ele almak istedim. Giriş, gelişme, sonuç bol gişeli filmlerde olur. Girişi yapmış bulundum. Geliştirmeyi ve sonuca ulaştırmayı sizlere bırakıyorum. Sevgilerle.

Nihan ATLAN: Çocuklarımıza önermek istediklerin var mı?

Cevap: Milli şuur kavramı bilinmeli: Ulusal bilinç! Bilincin olmadığı yerde millet yoktur. Milli şuur, bir insanın kendini duyması ve bilmesidir. Saygı, sevgi, duygu, düşünme bu saydıklarımın tamamını kapsar. Lisan çok önemlidir. Bunda güçlük çekebilirler ya da çekmeyebilirler; ama anlayabilirler. Bunu çok iyi biliyorum. Bilmediğim ama anladığım o kadar çok şey var ki! Belki de mücadele etmeme sebep olan şeylerden bir tanesi de bu. Her ne olursa olsun kendinden başka kimse yardımcı olamaz. İnsanın kendine yetememesi kadar kötü bir şey yoktur. Azı çoğu yok, kendine yeteceksin! Kendini başkasıyla karşılaştırmaktan ziyade kendini başkasından farklı görmek daha iyi hissettirir insana. Farkındalık dediğimiz şey de budur. Herkesin anlayışı, duyusu, algısı, tepkisi, kendini ifade etme biçimi farklıdır. Ben hep şöyle düşünürüm: Benim bir kapasitem var ve kapasitemin dışında şeyler yaptığım zaman anlayamıyorum ve beynim çok yoruluyor. Her şeyi anlayamıyorum ve her şeyi anlamaya çalıştığım zaman bedenim farklı tepkiler veriyor. Fazlasıyla anlam aradığımız, anlam yüklediğiniz her şey aslında anlamsız! Bu konuda bir eksiklik hissedilmemeli, gayet normal. Beş parmağın beşi bir olmadığı gibi...
Bol bol roman okumanızı öneriyorum. Neden derseniz okumak zaten beynimizdeki ufku açar. Kaldı ki roman okumanızı istememin sebebi hayal gücünüzü, vizyonunuzu genişletmeye yardımcı olacak olması. Romanlara iki damardan bakılabilir: Beni sürükleyen ilginç bir serüven, akıllıca bir kurguya oluşturulmuş hikâye. Jules Verne, Arthur Conan Doyle gibi yazalar. Okuduğunuz zaman serüvenler içinde savrulup gidersiniz. Bize bir anlamda ilk romanı armağan eden kişi ise Cervantes’tir. Beni en çok etkileyen iki yazarlardan bahsetmek istiyorum (William Shakespeare ve Dostoyevski’den): Shakespeare bir oyun yazarıdır; ama bence gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçılardan biridir. Belki de aşılmamış tek yazardır. Hayatı kavrayışı inanılmazdır. Romeo ve Juliet’in klişe olduğunu düşünmeme sebep olmuştu. Bana kalırsa çok da başarılı bir eser değildir; ama bunun yanında Hamlet, Othello, Kral Lear, III. Richard, Macbeth… Her biri varoluş meselesini en ince detaylarına kadar kesin yargılarla değil nitelikli sorularla tartışmaya açan büyük eserlerdir. Benim için Shakespeare’den sonra gelen en büyük yazarlardan biri de Dostoyevski’dir. Tolstoy’la karşılaştırdığımızda dili daha özensizdir; ama inanılmaz bir tutku ve cesaretle kendi ruhuna bakabilmeyi başarmıştır. Bana göre roman, hikâye olduğu kadar karakter de demektir. Bir okur karakterlerde kendini bulabiliyorsa roman başarılıdır. Karakter yaratamamışsanız bütün bunların pek bir önemi kalmaz. Romancıların işi insan ruhunu anlamak ve anlatmaktır. İnsan ruhu maskelerle gizlenir. Roman, insanın kendisini değiştirme çabası için önemli bir araçtır. İşte bu yüzden roman şart!
Çağımızın sorunlarından biri de hareketsizliktir. Bol bol hareket etmekte fayda var. Hareketsiz olan her şey gözümüzü yorar. Dinç ve enerjik olmanın yolu harekettir.  Olabildiğince doğadan faydalanın. Doğa bize değil biz doğaya aitiz. Bir memleketin insanın iyi olup olmadığını doğasından anlayabilirsiniz. Eğer toprağı canlı, ağaçları verimli ise insanları da iyidir.
Açık konuşmak gerekirse çok şanlısınız arkadaşlar! Neden diye sorarsanız: Ben Türkçeyi, matematiği, edebiyatı, biyolojiyi, kimyayı, iş eğitimini vs. gibi dersleri ilkokulda değil rehabilitasyon merkezinde öğrendim. Öğrenilebilecek en güzel yerde yani. Çünkü birebir özel ders görüyordum. O zamanlar dikkat eksikliğim olduğu için ilkokulda sınıf yeterince kalabalıktı ve ister istemez dikkatim dağılıyordu. Ama birebir özel ders daha sağlıklı ve anlamadığın zaman hocanın sana anlayana kadar anlatması mükemmel bir şey oluyor. İstesen de istemesen de anlıyorsun birden fazla tekrar olduğu için. Bu söylediğimi lütfen dikkate alın ve kendinizi şanslı sayın böyle bir zenginliğin içinde olduğunuz için!
Hem biliyor musunuz tekrar gitmek isterdim. Beni yetiştiren, eğitim veren Atilla Hoca'm aynı zamanda öz abim gibiydi. Sadece ders çalışmazdık. Bazen okuldan kaçar gibi aramızda anlaşır, kurumun haberi olmadan dışarda oturur, yer içer sohbetin dibine vururduk! İki arkadaş gibi, dost gibi birbirimize güvenirdik. Sırlarımız bile vardı. Kurumun içinde bizi konuşan hocalar olurdu. Çünkü öğrenci ve öğretmen uyumluluğu vardı. Birbirimizi dinler aynı zamanda birbirimize sözümüz geçerdi. Tartıştığımız zamanlar olurdu. O zaman kızar kuruma, rehabilitasyon merkezine gitmezdim. Hiç üşenmez gelir beni zorla evimden alırdı. Eğitimcilik ruhu vardı Atilla Hoca'mda. Aramızdaki bağ çok kuvvetliydi. Ona her defasında şunu dedirttim: ‘’Benim en iyi öğrencim bugüne kadar sen oldun Ali Cavit, gün gelecek ayrılacağız ama birbirimizi arayıp görüşeceğiz.’’ O gün bugündür birbirimizi hep aradık ve görüştük.
Durum bundan ibaret. Renk tonajları, önemli renkler insanın ruhunu yansıtır. Sevdiğiniz renklerden yola çıkın. Siyah ile kahverengi bir araya gelir ama hangi tonda. Bir resim gördüğüm zaman bakar bakar düşünürüm. Kafamı çok kurcalar. Mesela sonuca vardığım zaman kendimi iyi hissettirirdi. Acaba bundan nasıl bir hikâye çıkarabilirim. Bir fotoğraf karesi hepimizi düşündürebiliyor. Bunun sebebi anlatma biçimidir. Herkes kendini farklı şekilde anlatabiliyor. Kimisi konuşarak, kimisi çizerek, kimisi beden dili ile, kimisi susarak, kimisi yazarak… Seçim sizin. Kendinizi hangi biçimde anlatmak istersiniz.

Nihan ATLAN: Öğretmenlere önermek istediklerin var mı?

Cevap: Öğretmenler öğrencilerinin istek ve ihtiyaçlarına daha çok önem vermelidirler. Öğrencilerine karşı daha sabırlı ve destekleyici olmalılar. Öğrenci aileleriyle sık sık görüşmeliler ve doğru yol göstermelidirler. Sürekli dersin dışında öğrencilerin sosyal ve kişilik gelişimlerine yardımcı olmalılar; ama en önemlisi öğrencilerine hep güvenmeliler!

Nihan ATLAN: Okul yönetimlerine önermek istediğin noktalar var mı?

Cevap: Okul idareleri öğretmenlerin akademik gelişimlerine hız verecek seminer ve kurslara katılımını kolaylaştırmalı, materyal konusunda onlara maddi konuda destek olmalı, onları mutlu edebilecek bir kurum ortamı sağlamalı ve isteklerini dinleyebilmeliler.

...

Değerli arkadaşıma bu güzel ve içten cevapları için çok teşekkür ediyorum. Haftaya, bu söyleşiden ne öğrendiğim hakkında birkaç notum olacak. Haftaya görüşmek üzere.

17 Aralık 2018 Pazartesi

Özel Gereksinimli Bireyler ve Müze Eğitimi - Hemdem Özel Eğitim Uygulaması

Merhabalar. Geçen hafta müze eğitimi konusunda giriş yapmış ve özel gereksinimli bireyler ile ilgili konuşmayı bu haftaya saklanmıştım. Bu yazımda, geçtiğimiz yazımda kullandığım kaynağıma ek olarak kendi deneyimlerim ve kişisel görüşlerimi sunacağım sizlere. Umarım sürç-i lisan etmeden tamamlayabilirim yazımı.
...
Biliyorsunuz, geçen yaz bir yaz kampı ( #hemdemyazkampı2018 ) düzenledik ve bu kamp kapsamında çocuklarımızla, bir dersimizde Rahmi Koç Müzesi'ne gittik. Bizdeki sürecin nasıl işlediğini yazarak, müze eğitiminin aslında özel gereksinimli çocuklar için "de" uygulanabileceğini sizlere göstermek istiyorum.

Müze eğitimi sürecinin altı temel basamağından bahsetmiştim geçen haftaki yazımda. Bu hafta, bu basamakların üzerinden bir bir geçerek kendi sürecimizden bahsedeceğim. Öncelikle şunu eklemek isterim: Yaz kampı sırasında, müze eğitimi konusunda temel bir fikrim vardı (Lisans eğitimim sırasında, Prof. Dr. Bekir Onur hocamız bir dersini bu konuya ayırmıştı, var olsun.) ancak bu basamaklardan haberdar değildim. Bu nedenle birkaç hatalı uygulama da yapmışım. Bu hataları da uygun yerlerde söyleyeceğim ve sizlere de ipuçları sunmuş olacağım.

Biz kurallarımızı olası olumsuz durumları engellemek ve yeni sosyal beceriler edindirmek için şekillendirdik.

  1. Amaç ve hedef belirleme
    Yaz kampı öncesi okulumuzdaki özel eğitim öğretmenimiz ile birlikte her hafta sahip olduğumuz amaçlarımızı zaten hazırlamıştık. Bu amaçlarımızı müze eğitimi sırasında da amaç olarak aldık.
    Biz amaçlarımızı böyle belirlemiştik.
  2. Müze eğitimcisi ile işbirliği kurma
    İşte yaptığım ilk hata bu. Müze gezisi öncesi bağlantı kurmam gereken ilk kişi olan Müze Eğitimcisi ile görüşmeyi ihmal etmişim. Açıkçası müzelerde Müze Eğitimcileri'nin çalışmaya başladığından bile haberdar değildim. Oysaki Müze Eğitimcisi ile bağlantı kursam, süreci yönlendirmek ve yönetmek konusunda büyük yardımları olacaktı. Siz, bir müzeye gitmeden önce mutlaka varsa Müze Eğitimcisi ile görüşmeyi ihmal etmeyin. "Varsa" diyorum, çünkü hâlâ çoğu müzede yoklar, olmaları temennim büyük.
    Eğitim planımız ise böyleydi.
  3. Zaman, mekan, bütçe ve eğitim planı hazırlama
    Zamanımız yaz kampının Toplumsal ve Günlük Yaşamı Destekleme Grubu için ayırdığımız zaman olan cuma öğleden sonralardı. Saat 14.00'da başladığımız etkinliğin ucunu açık bırakıyorduk.
    Mekan olarak, yaptığım telefon görüşmeleri sonucu Ankara Kalesi'ndeki Rahmi M. Koç Müzesi'ni belirlemiştim. Bu müzeyi belirlememin tek sebebi telefondaki sıcak tavırları ve bize olan samimi duruşları idi. Oysaki bu kararı vermeden önce müzeyi gidip görmem ve gerekli düzenlemeleri önermem gerekiyordu. Bu da bir hata! Lütfen siz yapmayın.
    Bütçe konusunda müze bize oldukça yardımcı oldu. Özel gereksinimli çocuklardan ve eşlik edenlerden herhangi bir ücret almadıklarını söylediler. Bu bence güzel bir haber. Rahmi Koç Müzesi'ne maddi kaygılar olmadan gidebilirsiniz.
    Eğitim planımız haftalar öncesinden hazırdı. Bu planı uygulayacaktık.

    Biz okulun bahçesinde hazırlık yaptık.
  4. Müze öncesi hazırlık etkinliği yapma
    Müzeye gitmeden önce çocuklarımız okula gelince bahçeye geçtiler. Önce müze nedir, müzede neler göreceğiz ve müzede hangi kurallara uyacağız gibi konuları konuştuk. Müze bileti alma ve müze gezme gibi etkinlikleri canlandırdık. Böylece çocuklarımıza müze hakkında ufak da olsa bir fikir verdik. Özellikle müze kuralları konusunda hazırladığımız el kural tablosu ve hatırlatıcı büyük tablo ile daha yoğun çaba sarf ettik.

    Müzeyi bir saat on iki dakikada gezmemiz ve bütün kurallara uymamız harikaydı.
  5. Müzeyi gezme ve müze etkinlikleri yapma
    Müzeye gittiğimizde planımızı uyguladık. Bütün müzeyi, müzede gördüğümüz objeler hakkında konuşarak, onların fotoğrafını çekerek, onlarla fotoğraf çekinerek, dokunarak, deneyimleyerek gezdik. Müze gezme süremiz tam bir saat on iki dakika oldu. Bu süre, dikkat süreleri dikkate alındığında çocuklarımız için oldukça başarılıydı.
    Bizim amacımız sosyal beceriler olduğu için herhangi bir bölümde etkinlik yapmadık, ancak bütün bir müzeyi gezmek doğru bir davranış değilmiş, katıldığım seminer ile bunu öğrendim. Her seferinde farklı bir bölüme odaklanmak ve o bölüm hakkında müzede etkinlikler yapmak daha değerliymiş.

    Geziden sonra fotoğraflara bakarak, anıları yad ederek etkinlikler yaptık.
  6. Müze sonrası etkinlik yapma
    Biz müze sonrası etkinlik olarak; dönüş yolunda etkinlik hakkında konuşma, ertesi ders fotoğraflarla müzede olanları hatırlama ve günlüğe müzede yaşananları not alma gibi etkinlikler yaptık. Çocuklarımız hâlâ müzede yaşadıklarını hatırlıyor ve fotoğrafları görünce mutlu oluyorlar.
Yazarken bile heyecanlandığım ve beni oldukça tatmin olmuş hissettiren bir etkinlikti müze etkinliğimiz. Yaptığım hataları bilmeden yapmış olmam dışında bir daha tekrarlamayacak olmak beni çok mutlu ediyor. Seneye yaz kampında bu bilgiler ile çocuklarımla olacağım, şimdiden öyle heyecanlıyım ki!
Umarım özel eğitim alanında çalışan uzmanlara ve ailelerimize ilham olabilmişimdir.
Rahmi Koç Müzesi'ne giderseniz Hemdem Özel Eğitim'den Nihan Hoca'nın ve çocuklarının selamı var derseniz çok çok mutlu olurum.

Haftaya görüşmek üzere.

10 Aralık 2018 Pazartesi

Özel Gereksinimli Bireyler ve Müze Eğitimi - 1

Fotoğraf TripAdvisor Sitesi'nden alınmıştır.

Merhabalar. Koca bir heyecan ile kaleme aldığım bir yazımı sizlerle paylaşıyor olmak beni çok mutlu ediyor. Umarım siz de okurken benim aldığım keyfi alırsınız, hadi başlayalım.
...
Bu yazımın kaynağını 16 Kasım 2018 günü, Rahmi Koç Müzesi'nde yapılan "Okul Dışı Öğrenme Ortamı Olarak Müzeler" Semineri oluşturmakta. Seminerde Müze Yöneticisi Mine Sofuoğlu açılış konuşmasını, Müze Eğitimcisi Ayşe Bağırıcıoğlu "Okul Dışı Öğrenme Ortamı Olarak Müzeler: Ankara Rahmi M. Koç Müzesi" konulu sunumu, Yenihayat İlkokulu Sınıf Öğretmeni Kiraz Işık "Müzede Yenihayat'ım" konulu sunumunu ve İhsan Doğramacı Vakfı Bilkent Ortaokulu İngilizce Öğretmeni Aysun Ateş "Öğretmenler ve Müzeler Arası İşbirliği" konulu sunumlarını yaptılar. Neler öğrendiysem sizlerle paylaşacağım.
...
Seminerin başında "sanayi müzesi" kavramını öğrendim. Müze türleri hakkında ayrıntılı bilgiyi şuradan alabilirsiniz. İstanbul'daki Rahmi Koç Müzesi 1994 yılında Türkiye'de kurulan ilk sanayi müzesi. Dünyadaki ilk örneği ise 1794 yılında görülüyor. Bizler için ne kadar yeni değil mi?

Bizim için yeni olan bu kavram aslında oldukça önemli ve değerli. Hadi neden önemli sıralayalım:
  • Birçok beceriyi edinebileceğimiz ve geçmişimize dair birçok bilgiyi edinebileceğimiz, bu bilgilerle kendimizi daha iyi tanıyıp geleceğimizi şekillendirebileceğimiz merkezler müzeler.
  • Birçok materyalin gelişimini ve değişimini öğrenebileceğimiz mekanlar.
  • Doğru tarih bilinci elde etmek için en doğru yerler buralar.
  • Kültürel miras farkındalığı oluştururlar.
  • Farklı kültürleri, sanatçıları ve sanat eserlerini tanımak için değerli bir fırsattırlar.

Müzeler hangi derslere ne derece katkı sağlıyor bakıldığında:
  • Görsel sanatlar dersinin %78'i
  • Fen bilgisi dersinin %75'i
  • Sosyal bilgiler dersinin %57'si
  • Teknoloji ve tasarım dersinin &40'ı
  • İnkılap tarihi ve Atatürkçülük dersinin %20'si müzelerde öğrenilebilmekte.

Müze gezme alışkanlığı ile ilgili yapılan araştırmalar çok ilgi çekici. Müze gezme alışkanlığı 0-10 yaş arasında ediniliyor. Yani bu yaş grubu çocuklarımıza müze gezme alışkanlığını, zevkini vermemiz gerekiyor. Bir sorumluluk değil bir zevk gibi görülmesi gerekiyor. On yaşından sonra bireyler yirmili yaşlara kadar müzelerden uzak kalıyorlar. Ancak bu uzak kalış, eğer on yaşından önce müze gezme alışkanlığı edinilmişse geri dönüyor ve bireyler yirmili yaşlarından itibaren müze gezmeye devam ediyorlar.

Peki müze eğitimi nasıl olmalı? Bir öğretmen müze eğitimi sürecini uygulayacaksa Müze Eğitimcisi Ayşe Hanım altı tane basamak öneriyor:
  1. Amaçları ve hedefleri belirleme
  2. Müzeyi gezmeden önce müze eğitimcisi ile işbirliği kurma amaçlı görüşme
  3. Zaman, mekan, bütçe ve eğitim planı yapma: Burada bütün müzeyi değil de bir bölümünü hedef almak önemli.Her müzeye ve her bölüme göre ayrı bir plan yapılmalı.
  4. Müze gezisi öncesi sınıfta hazırlık etkinlikleri yapmak ve çocukları müzeye hazırlamak: Müze kurallarını belirleme, müze hakkında konuşma, araştırmalar yapma gibi etkinlikler uygulanabilir.
  5. Müzede etkinlik uygulama ve müzeyi gezme: Müzede uygulanacak etkinlikler konusunda müze eğitimcileri oldukça hevesli ve yaratıcı.
  6. Müze sonrası etkinlikler: Müze gezisi sonrası değerlendirmeler yapmak, çeşitli etkinlikler yapmak süreci daha anlamlı hale getiriyor.
Müze eğitimi konusunda, müzecilikte de olduğumuz gibi biraz gecikmiş olsak da ülkemizde güzel işler yapılıyor ancak yine görev biz öğretmenlere ve ailelere düşüyor. Öğretmenler müze eğitimi konusunda bilgi alarak ve sınıflarında uygulamalar yaparak; aileler çocuklarına müze gezmeyi bir hobi gibi öğreterek ve bir aile geleneği haline getirerek ülkemizin müze eğitimciliği konusundaki ilerlemesine destek olabilirler.

Özel gereksinimli bireylerle bu süreç nasıl işler ve neler önerilebilir ile ilgili yazım ise haftaya sizlerle olacak.
Haftaya görüşmek üzere.

2 Aralık 2018 Pazar

Özel Gereksinimli Bireyler ve Güvenlik Becerileri



Bu dönemin ilk kış yazısı ile merhabalar. Bu hafta okulca, güvenlik becerilerine eğildik ve bol bol okumalar, konuşmalar yaptık. Ben de blog yazılarıma bu konuyu taşımak ve bir makaleden aldığım ilhamı sizlere "b"ulaştırmak istedim. Umarım başarabilirim.
...
İlham aldığım makale Üzeyir Emre Kıyak, D. Merve Tuna ve Elif Tekin İftar imzalı bir makale. Şu şekilde atıfta bulunmamızı istemişler buyurunuz kaynağım: Kıyak, Ü. E., Tuna, D. M., & Tekin-İftar, E. (2018). Zihin yetersizliği olan bireylere güvenlik becerilerinin öğretimi: Kapsamlı betimsel analiz. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi, Elektronik Yayın. doi: 10.21565/ozelegitimdergisi.408927

Bu makaleye ilgimin toplanmasının ilk sebebi sınıf arkadaşım Emre'nin, okuduğum ilk makalesi olmasıydı. (AÜ-ZEÖ 2012 mezunlarından birinin akademik camiada olması benim için çok değerli. Kendisine buradan başarılar diliyorum.) Sonra içeriğini görünce hem makaleyi yazan bilim insanlarına hem de konuya ilgim ve saygım daha da arttı.
Hadi başlayalım.
...
Güvenlik becerileri herhangi bir tehlike durumunda, taciz ya da zorbalık gibi bireyin güvende ve iyi olma halini tehdit ve ihlal eden, planlı olup olmadığı fark etmeksizin oluşan bu durumları önlemek ve korunmak için edinilmesi gereken becerilerdir. Sıralayalım birer örnekle (Liste bana ait):

  1. Mutfakta önlem alma becerileri; Bıçakları tutacaklarından tutma.
  2. Evde önlem alma becerileri; Ütü ile iş bitince fişten çekme ve dik koyma.
  3. Tacizden korunma becerileri; İyi ve kötü dokunuşu ayırt etme.
  4. Özbakım becerileri; Kendi tuvalet ihtiyacını giderme.
  5. Kaçırılma/fiziksel ve diğer zorbalıklardan korunma becerileri; Yardım isteyebilme.
  6. Trafik kurallarına uyma becerileri; Kırmızı yanınca durma.
  7. Toplumsal uyum becerileri; Sadece tanıdığı kişilere selam verme.
  8. Günlük yaşam becerileri; Etiketleri okuma ve doğru şekilde tepki verme.
  9. İletişim becerileri; Ailesinin iletişim numarasını söyleme.
  10. Acil durum becerileri; Deprem olduğunda uygun şekilde saklanma.
Güvenlik becerilerinin bu kadar önemli olmasının sebepleri, çocuklarımızın çeşitli risk faktörlerine sahip olması ve bu risk faktörlerinin sıklıkla ihmal edilmesi. Bu risk faktörleri neler?
  • Çocuklarımız aldıkları eğitimlerle bağımsızlaşmakta ve daha çok sosyal ortama dahil olmaktalar. Olumlu bir sonuç olan bu durum, beraberinde çocuklarımızın güvenlik becerilerini edinmeleri için ihtiyaç oluşturmakta. 2000 yılından önce yapılan çalışmalar sıklıkla evle ilgiliyken, 2000 yılından sonra yapılan çalışmalar toplumsal yaşamın içinde yürütülen çalışmalar olarak karşımıza çıkıyor. Bu aslında harika bir şey çünkü artık özel gereksinimli çocuklar da sokakta! Ancak güvenlik becerileri ihtiyaçları da artmış durumda.
  • Eğitim sistemimizde sıklıkla yönerge takibi üzerine odaklanılmakta, bireylerin sınıfa ve okul kurallarına uymaları pekiştirilmektedir. Yönergeleri sorgusuz, kimden geldiğine bakmaksızın takip etme becerilerinin öğretimi de risk faktörü oluşturmaktadır.
  • Taciz, zorbalık ve diğer şiddet unsurlarını uygulama niyetinde olan kişiler için bizim çocuklarımız daha kolay bir hedef gibi görülmektedir. Bu da risk faktörlerini arttırmaktadır.
Yapılan araştırmalarda özel gereksinimli bireylerin daha çok tacize ve ihmale maruz kaldığı ortaya konmuş. Bu durumun da çeşitli sebepleri var. Bu sebepleri bilirsek, hayatımızda yapacağımız küçük değişikliklerle, bu tür durumları oluşmadan alt etmiş olabiliriz. Neden özel gereksinimli bireyler daha çok taciz ve ihmal ediliyor?
  • Bireylerin bilişsel ve duyuşsal yetersizliklere sahip olmaları,
  • İletişim becerilerinde sınırlılıklar yaşıyor olmaları,
  • Farkındalık düzeylerinin düşük olması sebebiyle tacizi ya da ihmali fark edememeleri,
  • Zihin yetersizliğine bağlı olarak gelişebilecek olan psikolopatolojik durumların olması,
  • Güvenlik becerilerini sergilemeye yönelik eğitim almamış olmaları.
İşte bu sebeplerle çocuklarımız daha çok tehdit altında. Güvenlik becerilerinin çalışılması ile güvenlik gerektiren birçok alanda rahat nefes alabiliyor ve çocuklarımızın sahiden bağımsız ve güvende bireyler olmalarını sağlıyoruz. Böylesi önemli beceriler neden okullarda ve evlerde çalışılmıyor ve neden ihmal ediliyor sizce? Makale bunun da bilgisini sunmuş:
  • Anneler ve babalar güvenlik becerileri öğretimini, çocuklarına yaptıkları uyarılardan ibaret sanıyorlar.
  • Halihazırda var olan öğretim programlarında güvenlik becerilerine daha az yer verilmiş durumda.
  • Güvenlik becerilerinin öğretimi yapılırken çeşitli kaynaklara ihtiyaç duyuluyor ve sıklıkla bu kaynaklar sağlanamıyor.
  • Öğretim süreci birçok risk faktörünü içinde barındırdığından öğretmenler bu riski almak istemiyor.
  • Bu becerileri öğretebilecek uzmanlar, bu becerileri öğretmek için yeterince bilgi ve beceriye sahip olarak okullarından mezun olmuyor.
  • Zihin yetersizliği olan çocukların öğrenme performans ve düzeyleri de güvenlik becerilerinin tam olarak edinilmesine bazen engel olabiliyor.
Altı tane ancak çok köklü durumlar sebebiyle, çocuklarımız için hayati önem taşıyan güvenik becerileri, ülkemizde maalesef neredeyse hiç çalışılmıyor.
...
Şimdi! Bu makaleden ne ilham aldım? Bu sorunun cevabını vermeye geldi sıra. Güvenlik becerileri nelerdir, neden çalışılmaz, çalışılması önündeki engeller nelerdir gibi soruların yanıtlarını aldıktan sonra söylenebilir ki güvenlik becerilerini çalışmak bir ideoloji olmalı ve bir hayat şekli haline getirilmelidir. Benim aklıma gelen öneriler şu şekilde; umarım size de ilham olur:
  • Özel gereksinimli olsun olmasın her bireye, doğum sonrası her an, güvenlik becerileri yaşına uygun olarak öğretilmelidir. Yine makalede önerilen en önemli nokta; güvenlik becerilerinin erken çocukluk döneminde çalışılması gerektiği. Bu nedenle ne kadar erken bu algı verilirse o kadar güvenli bir yaşam söz konusu olacaktır görüşündeyim.

  • Aileler sadece uyarılarla değil davranışları ve konuşmaları ile güvenlik becerilerinin öğretimini yapmalıdır. "Yabancılarla konuşma!" derken, çocuğunun daha önce görmediği bir arkadaşının  yani çocuk için yabancı olan arkadaşının, çocuğunu öpmesine izin vermek bütün kuralları alt üst eden bir hareket olabilir. Her davranışta kontrollü olmak önemli.
  • Okullar güvenlik becerilerini bir strateji haline getirerek okulun her alanında bu becerilerin öğrenilmesini destekleyebilirler. Sadece aile eğitim seminerleri ile değil bir okul duruşu olarak bu beceriler her an her yerde çalışılmalıdır.
  • Makalede zihin yetersizliğinin şiddeti ne olursa olsun, çocukların güvenlik becerilerini öğrenebildikleri ortaya konmuştur. Bu nedenle her bireyle, bireyin zihinsel performansına ve bireysel ihtiyaçlarına göre güvenlik becerileri çalışılmalı ve öğretmenler bu konuda yeni bilgiye ve uygulamalara açık olmalıdır.
  • Ve sen, sadece merak ettiği için, etrafında hiç özel gereksinimli birey olmayan ancak toplumdaki her bir bireye nasıl fayda sağlarım diye kafa yoran dünya vatandaşı! Bu yazıyı okuyan en değerli kişi sensin! Sen bu konuda ne yapabilirsin? Bu yazıdan öğrendiklerini insanlara anlatarak farkındalık sağlamalarına yardımcı olabilirsin. Güvenlik becerileri konusunda yetersiz olduğunu gördüğün özel gereksinimli olsun olmasın her bireye davranışlarınla örnek olabilirsin. Harika olmaz mı?
Benim için oldukça değerli bir yazı olduğunu itiraf etmeliyim. Umarım uzmanlar ve aileler için de işlevsel bir yazı olmuştur.
Soru, öneri ve görüşlerinizi bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere.