28 Ocak 2019 Pazartesi

Otizm ve Onay/Yönerge Takibi



Merhabalar. Konuları fazla genel seçtiğim son dönemde oldukça ayrıntılı ve spesifik bir konu seçmek istemiştim. Böyle düşünürken bir velim ile çocuğumuzun performansı üzerine konuşurken bu konu çıkıverdi ortaya. Ben de hemen topladım makalelerimi, kitaplarımı, notlarımı başladım bu yazımı yazmaya. Hadi başlayalım!
...
Otizm bildiğiniz gibi, DSM-V'te tamamen sosyal bir iletişim problemi olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle otizmle ilgili çalışmalarımızda sıklıkla sosyal beceriler ve iletişim becerileri çalışıyoruz. Bilimsel bilgiyi takip eden, yeni bilgilerle yoluna şekil veren öğretmenlerin tümü bu bilgiye sahip. Bu bilgi ile son birkaç yıldır çalışmalarımızı şekillendiriyoruz.
Sosyal bir iletişim bozukluğu olması sebebiyle otizmli çocuklarla çalışırken kullanılan yönergeler, cümleler; seçilen kelimeler, ifadeler oldukça önemli hale geliyor. Otizmli çocuklara yönerge verirken nelere dikkat edilmeli?

  1. Yönergenin içinde, başında, sonunda çocuğumuzun ismi olmamalı. "Hüdaverdi gel." değil de sadece "Gel." tercih edilmeli. Bunun sebebi; isin farkındalığı olmayan bir çocukta ismini bir yönerge olarak algılama durumu oluşmasını engellemektir.
  2. Çocuğun alıcı dil ve işitsel hafızasına göre kullandığımız kelime sayısını ayarlamalıyız. Henüz dört kelimelik işitsel hafızası olan bir çocuğa "Hadi Hüdaverdi, bardağı al da bana getir bekliyorum." derseniz bu yönerge yerine getirilemeyecektir. Bunun yerine "Bardağı bana ver." ya da "Bardağı odadan bana getir." yönergeleri daha kullanışlı olacaktır.
  3. Buna ek olarak yönergeyi sunarken verdiğimiz ipuçları da önemli. Örneğin su istediğiniz çocuğunuza her defasında sürahiyi göstererek "Su ver." diyorsanız bu ipucunu çekmeniz biraz zor olabilir. Bu nedenle çocuğunuzun ihtiyacına göre yönerge sunarken destek sunmalı ve çocuğunuzun her hareketini doğru algıladığınızdan emin olmalısınız. Örneğin sürahiyi göstermenize gerek yokken siz göstermeye devam ederseniz ilerleyen dönemde çocuğunuz "Su ver." yönergesini sürahi olmadan almayabilir. Bu noktalara dikkat etmeliyiz.
  4. En önemli nokta: Yönerge vermek emretmek değildir! Oyun oynamayı bilmeyen, çevreyi algılamada güçlükler çeken bireylerde yönerge sunmak bu algıların açılması ve çeşitli becerilerin desteklenmesi için gereklidir ancak her yönergeyi emredercesine, sert bir sesle vermek doğru bir hareket olmayacaktır. Örneğin en "popüler" yönerge "ver". Oyun esnasında sıra alarak oyun oynaması için çocuğunuzun "Ver!" yönergesine uyabiliyor olması yeterli. Siz, evde bu yönergeyi emreder gibi çalışırsanız çocuğunuza öğreteceğiniz tek şey: "Benim yönergem olmadan hareket edemezsin!" olur. Halbuki amacımız çocuklarımızın bağımsızlaşması, bize bağımlı hale gelmesi değil.
  5. Çocuğunuz yönergeye uymadığında önce görsel ipucu, ardından sözel ipucu, ardından model olma, daha sonra kısmi fiziksel ve en sonunda fiziksel yardım uygulayarak aşama aşama yardım etmelisiniz. Örneğin “Arabayı al!” yönergemiz olsun. Çocuğumuz arabayı almadı, arabayı gösteriyoruz. Yine almadı, “Al!” diyerek sözel ipucu sunuyoruz. Yine almadı, arabayı kendimiz alıp “Bak ben aldım. Sen de al.” Gibi sözel ifadelerle destekleyerek model oluyoruz. Yine almadı, elini hafifçe arabaya doğru getiriyoruz “Al!” diyoruz. Yine almadı, fiziksel yardım uygulayarak arabayı almasını sağlıyoruz. Bunu her seferinde en başından uygulamanıza gerek yok. Örneğin ilk denemede model olmada aldıysa çocuğunuz bir üst basamaktan başlayın yani sözel ipucundan. Model olmaya gerek kalmadan sözel ipucu ile alıyorsa görsel ipucuna geçin. Böyle böyle çocuğunuz bağımsız olarak yönerge almayı öğrenecektir.
Bizim, çocuğumuz ile yaşadığımız sorun ise yönergelere bağımlı hale gelmesi ve bu yönergeleri artık kendi kendine vermeye başlamış olması. Otururken "Otur!" demesi, eşyalarını toplarken "Topla!" demesi bu davranışlarına örnek olarak gösterilebilir. Buna ek olarak bir de izin almak için bu kelimeleri kullanıyor olması da var. Bir yerden kalkmak istiyorsa bana dönerek "Kalk!" demesi örnek olarak gösterilebilir. Peki bu durumda ne yapılmalı?
  1. Öncelikle durumun sebebi ortaya konmalı: Ben önce kendi derslerime, sonra diğer arkadaşlarımın derslerine ardından eve ve en sonunda devam ettiği kreşe baktım. Baktığımızda gördük ki kreşte yoğun bir yönerge bombardımanı var.
  2. Sebebe bağlı olarak bir müdahale programı belirlenmeli: Sebebi kreş olduğu için önce kreşteki öğretmenlerini bilgilendirdik. Ardından kendi derslerimizde bu duruma şekil vermek amaçlı UDA prensiplerinden yararlandık. Süreç boyunca çocuğumuza "uyaran silikleştirme" uyguladık. Buna ek olarak bağlamdışı yönergelerini ve kelimelerini bağlama çektik ya da görmezden geldik.
  3. Müdahale programı tutarlı şekilde uygulanmalı: Sonuç alana dek çocuğumuz ile her ortamda bu tekniği uyguladık. Evde, kreşte, okulumuzda her yerde çocuğumuz bu teknik ile giderek daha az uyarana maruz kaldı ve giderek daha az yönerge aldı ve bu da bağımsızlaşmasını sağladı.
  4. Müdahale programını sonlandırma: Henüz biz bu basamaklandırmanın üçüncü basamağındayız ancak çocuğumuzun kendi kendine yönerge vermeleri istediğimiz seviyede (Yani %0 olarak görünmesi.) sergilenmeye başladığı zaman süreci kalıcılık ve genelleme aşamalarını planlayarak sonlandıracağız.
Bu örnek olayla yönerge bağımlılığı üzerine nasıl çalışmamız gerektiğini net bir şekilde ortaya koyduğumu düşünüyorum. Yönergeleri aşama aşama azalt, bağımsızlaşmaya destek ol! Hepsi bu.

Umarım hepimiz için faydalı ve değerli bir yazı olmuştur. Soru ve görüşleriniz için şimdiden teşekkürler. Haftaya görüşmek üzere.

21 Ocak 2019 Pazartesi

Kameralı Görüntüleme Sistemi ve Diğer Unsurlar



Merhabalar. Bu hafta hepimizin hayatının bir köşesinde bulunan özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ve bu merkezlerin son dönemde yaşadıkları kameralı görüntüleme sistemi sorunları ve avantajları hakkında yazmak istedim. Güncel konular hakkında hep birlikte bir fikir oluşturmalıyız ki özel eğitim daha güzel yerlere gelebilsin.
...
Biliyorsunuz, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri adı kötüye çıkmış merkezler. Yedi senedir bu merkezlerde çalışan biri olarak ne kadar uğraştıysam temizlemenin çok da mümkün olmadığını görüyorum. Nedeni basit. Eğitimden bihaber insanların sadece ticari kaygılarla atıldıkları ve süreci oldukça yozlaştırdıkları merkezler vardı eskiden. Şimdi var mı bilemem ancak hepimizin kulağına şehir efsaneleri geliyor, biliyorum. Vermediği dersin ücretini devletten alan okullar, ailelere çeşitli hediyeler vererek kayıtlar yapan okullar, sosyal hizmet uzmanlarını derslere alan okullar, ailelere "para" veren okullar, çocuklara şiddet uygulanan okullar, farklı uzmanlık alanlarını farklı şekilde tanıtan okullar... Birçok söylenti var. Ne kadarı, kimin için doğru bilemiyorum. İşte bu sebeplerle özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin namı pek kötü. Düzeltmek ise hepimizin elinde!

Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri; ülkemizde özel eğitimin lokomotifi görevindeler. Neden mi? Öğrenciye bire bir destek eğitim verilen, RAM'dan öngörülen BEP'inin "doğru düzgün" uygulandığı tek merkezler. Özel gereksinimli bireylerin her türlü ihtiyaçları bu kurumlarda karşılanıyor ve karşılanması öğretiliyor. Ayrıca özel eğitim sürecinin maliyetini bu merkezler devletin sırtından alarak azaltıyor ve ekonomiye büyük bir destek sağlıyor. "Atanamayan öğretmenler" sorunu bu merkezler sayesinde biraz olsun çözülmüş oluyor, soru işaretleri ile dolu olsa da. Ayrıca bu merkezlerde ebeveynlere sağlanan sosyal ve eğitsel haklar ve fırsatlar da oldukça değerli. Bu süreçte böylesi aktif ve büyük rol oynayan merkezlerin namının kötü olması pek acı. Bu merkezlerin asıl varlık sebebini, erdemlerini ve doğrularını hep birlikte anlatmalıyız.

Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin namını güzelleştirmek için atılan adımların en büyüğü Milli Eğitim Bakanlığı'ndan geldi. Biz alanda ufak ufak uğraşırken böyle bir adım benim gibi düşünen herkesi mutlu etti.

Son dönemde özellikle devletten yüklü miktarlarda haksız kazanç sağlayan kurumların önüne geçebilmek için kameralı görüntüleme sistemi adı altında bir düzenleme getirildi. Ben bu düzenlemeyi sonuna kadar destekleyen bir öğretmenim. Girdiğim çıktığım ders devletçe takip edilsin, sorun olduğunda benim yerime hesap sorulsun isterim. Ancak burada birçok soru işareti ile karşı karşıyayız.

Birincisi mahremiyet. Benim çalıştığım kurumda sorun olacağını düşünerek ailelerime tek tek sormuştum, ancak bu konuda herhangi bir sorun yaşamamıştım. Sonradan duydum ki, başka okullarda bazı aileler çocuklarının kameralı görüntüleme sistemlerinin önünden geçmesini onaylamamışlar. Bu, kimimize abartılı gelse de mahremiyet açısından saygı duyulması gereken bir düşünce. İşin tuhafı; yetkililer anne ya da babanın kameradan görünmesi değil çocuğun görünmesi şartını arıyorlar. Nasıl çözülecek bu durum bilemiyorum ancak düzenleme getirileceğinden eminim.

Bir diğer sorun ise kamera sistemlerinde oluşan hataların ilkinde para, ikincisinde kurum kapatma cezası olması. Çok gaddarca değil mi? Düşünsenize; bir okula emek verip ayakta tutuyorsunuz ve elinizde olmayan gerekçelerle hatalar oluşuyor ve kurumunuz kapatılıyor. Oradan eğitim alan çocuklar ne olacaklar peki?! Düşünmesi bile beni ürkütüyor. Bununla ilgili düzenleme getirileceğini düşünüyorum.

Öte yandan evde eğitim alan, okula gelemeyen çocuklarımızın durumu var. En, en, en büyük sorun da burada. SMA hastası, makineye bağlı yaşayan ya da evinden ayrılması çeşitli sebeplerle mümkün olmayan çocukların eğitimi bu düzenleme ile rafa kaldırılmış oluyor. Birçok dernek ayaklandı, birçok uzman görüşlerini sundu ancak bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmadı. Örneğin benim birkaç öğrencim geçirdikleri rahatsızlıklar sebebiyle hastanede yattılar ve gelemediler. Bu geçici bir durumken bile aileler raporlarının iptal olması tehdidine karşın çocuklarını okula getirdi. Peki ya hiçbir zaman gelemiyor olanlar?
Eski çalıştığım bir kurumda, yakındaki lojmana gidip çocuklarımıza eğitim veriyorduk. Çok da verimli bir süreç oluyordu. Şimdi o çocuklar kamerada görünmedikleri için eğitim alamıyorlar. Ne olacağını çok merak ediyorum. Kaygıyla haberleri, gelişmeleri takip ediyorum. Bu konuda en acilinden düzenleme yapılması gerektiği görüşündeyim.

Geçtiğimiz gün kurum sahiplerinin olduğu bir toplantıya katıldım. Derse, telafiye, telafinin telafisine gelmeyen aileler olduğunu duydum ve şükrettim. Bizim okulumuz küçük bir okul olduğundan her aileyi her uzman tanır ve ona göre programını şekillendirebiliriz ancak daha büyük kurumlarda bu pek mümkün değil. Bu nedenle okulun programına ailelerin daha sert şekilde uymaları gerekebiliyor. Uyulmaması durumunda kurumlar büyük zararlara uğruyor. Normalde randevu sistemi ile çalışılan yerlerde randevuya gelinmese dahi o seansın ücretinin 1/3'i alınır, rehabilitasyon merkezlerinde o seansta öğretmen bomboş beklese dahi hiçbir ücret alınmıyor. Burada aile ile kurum karşı karşıya gelmiş oluyor. Hatta şu an benim öngöremediğimden daha fazla sorun yaşanıyor bile olabilir.

Öte yandan artık derse gelmeyen çocukların üzerinden fatura kesmeler, ücret almalar kalmadı. (Yani en azından öyle umuyorum.) Misler gibi, tertemiz bir sistem oldu. Bu, bence harika bir şey. Sistemin problemleri olduğu gibi; asıl hedefi olan usulsüzlüklere de engel olma durumu başarılı oldu diyebiliriz, ne dersiniz?!

Bir de açık konuşmak gerekirse, okulun girişine koyulan kamera dersin yapılıp yapılmadığını nasıl kanıtlasın? Değil mi? Gerçek erdem ve ahlak sahibi insan o kameraya ihtiyaç duymadan aldığı ücretin hakkını verir zaten. Ben bu görüşten yanayım.

Değerli uzmanlar, anneler ve babalar; sizler bu süreci nasıl yaşıyorsunuz? Sizin başınıza neler geliyor? Yorum bölümüne yazarsanız çok sevinirim.

Umarım olumlu hedeflerle atılan bu adımlar yerli yerine oturur ve herkesi memnun eden bir sisteme evrilir. Böylece çocuklarımız daha kaliteli ve daha sağlıklı bir eğitim alabilirler özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinden. Umarım.

Haftaya görüşmek üzere, sevgilerimle.

14 Ocak 2019 Pazartesi

Umut Veren Söyleşi Yazı Dizisi - 3



Merhabalar. Son iki haftadır değerli bir arkadaşım ile yaptığım, tanı alma-tanı ile yola devam etme ve tanı sonrası yaşamı hakkında sorular sorduğum ve sonrasında deneyimlerine dayanarak önerilerde bulunmasını istediğim bir röportajı paylaştım sizlerle. Bu yazı dizisini yayınladığım günden bu yana farklı kişilerden ve uzmanlardan görüşler aldım. Herkese verdiği fikir, herkeste uyandırdığı etki bir başka olmuş. Bende neler oldu anlatmak istiyorum.

Biz özel eğitimciler kendi aramızda hep konuşuruz: A bu eğitimi istiyor mu? B eğer konuşabiliyor olsaydı bu uygulama hakkında ne dersi? Ben bu amacı çalışıyorum ama acaba C keyif alıyor mu bu süreçten? Sorular sorular... Bu soruları sorarak çocuğumuzun motivasyonunun en yüksek olduğu konuyu bulup oradan yola devam etmeye çalışırız. Ne kadar doğru yaptığımızı görmüş oldum. Arkadaşımın öğretmeni ile sağladığı uyum ve motivasyon bana ilham oldu.

Söyleşide konuşan, yazan kişi seneler önce Engelli Raporu olan, RAM raporu olan, rehabilitasyon merkezine giden bir öğrenciydi. Bu süreçte annesinin kendine olan inancını, desteğini çok ön plana alması beni mutlu etti. Her zaman diyoruz, anne ve babalar sürecin içinde inançla olursa her şey daha hızlı ve güzel ilerliyor. Bu söyleşide de bunun canlı ispatını görmüş olduk.

Her zaman kurumda, evde ya da okulda olamadığını; bazen dışarıdan tuhaf tepkiler alabildiğini söylerken bize tam karşımızdan ayna tuttu aslında. Bu yaz, biliyorsunuz, bir yaz kampı oluşturduk ve bu yaz kampında bolca eğlendik çocuklarımızla. Hep sokaktaydık, hayatın içindeydik. Kimi zaman bakışlarımızla "Mazur gör." mesajı verdik karşımızdaki insanlara. Bunu çocuklarımız hissetmedi mi? Bence hissettiler ve mazur görünmekten hoşlanmadılar. Bu nedenle onlar bizi mazur gördüler. Bunu artık biliyorum ve çok utanıyorum. Toplumun farklılıklara olan saygısızlığını özel gereksinimli bireylerin mazur görmesi... Çok sinirlendirici bir durum!

Cevaplarda altı bolca çizilen bir konu daha vardı: Sabır. Özel eğitim sabır işi evet. Ancak bu sabrı sadece ebeveynler ve öğretmenler değil, çocuklar da göstermeli. Bu sabrı da çocuklara biz öğretmeliyiz. Kur'an'da Yusuf'un babası oğlunun kaybolduğunu duyunca "Şimdi bana güzel bir sabır düşer." diyor ya. İşte o güzel sabrı hem biz öğrenmeli hem de çocuklarımıza öğretmeliyiz. Sabretmek söylenerek, bağırarak, çağırarak olacak iş değil; ne dersiniz? Güzel sabretmek en güzeli.

Son dönemde ergenlik başlangıcında olan çocuklarım ve aileleri üzerine sık sık okumalar yapıyorum. Bu okumalarla birlikte ister istemez o çocuklarım hakkında uzun uzun düşünüyor ve çareler arıyorum. Ailelerin yorgunluğu, üzgünlüğü beni de içine çekiyor ister istemez. Buna bir çare öneriyor röportajım: Birlikte, inanarak, sabırla ilerlemek! Gelişim süreci karmaşık olduğu kadar keyifli de. Bu keyfi yaşanan olumsuzluklar görünmez kılabiliyor evet ancak mühim olan doğru bilgiyi alıp, sabırla onu uygulayarak yola devam edebilmek.

Umarım röportaj bende uyandırdığı etkiyi sizde de uyandırmıştır. Bu dizi sonrası çocuklarımızın gözünden dünyaya daha güzel bakabiliyorum. Daha umut dolu ve daha mutluyum. Umarım sizler de öylesinizdir.

Haftaya görüşmek üzere. Sevgilerimle.