Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Nilüfer Devecigil'in "Işığın Yolu-Bir Bağlanma Hikayesi" kitabını okudum, sanırım çeşitli sosyal paylaşım sitelerinden bu kitabı sizinle paylaşmıştım. Bu kitapta beni düşünmeye, araştırmaya sevk eden birçok cümle vardı. Bunlardan biri de özellikle somut işlemler döneminde, yani hayatımızın ilk yıllarında, yani ilkel bir beyne sahipken "sözel olmayan mesajları" alma başarımız. Bu hafta bu konuda yazmak istedim.
...
Son haftalarda sizden gelen sorular daha teknik ve ayrıntılı sorular olduğu için (Örneğin: Şu konuda beceri analizi yaparken zorlandım. Yardımcı olur musunuz? / Oğlumda şu davranış var ve özel eğitim öğretmenimiz şu şekilde destekliyor, ben evde ne yapabilirim?) kendi konularıma ağırlık vermiş durumdayım. Ancak genel konularla ilgili sorular biriktikçe yazmaya devam edeceğim.
...
Sözel olmayan mesajları açıklayarak başlayalım. "Sözel olmayan iletişim; beden dili, ses tonu, jestler, beden duruşu ve göz teması ile aktarılır. Konuşulmayan mesajlar bu yol ile algılanır." Bu tanımı şuradan aldım. Gülümsemek, dokunmak, arkanı dönmek, parmağını sallamak gibi bir çok mesaj "sözel olmayan iletişim"e dahil.
...
Sözel olmayan mesajları ne zaman algılamaya başlarız?
Üçüncü dördüncü aydan itibaren bebekler gülmeye, uygun mimikler yapmaya başladıklarında, aslında bizim sözel olmayan mesajlarımızı çoktaan almaya başlamış oluyorlar. Düşünsenize, bizi incelemeden bizi nasıl taklit edebilirler. Aslında doğar doğmaz, bizden aldıkları mesajları süzmeye başladıkları artık bir gerçek.
Bu mesajların niteliği, sizce dilimizin yapısını çözene kadar nasıl oluyor? Tabi ki sözel olmayan mesajlar. Özel gereksinimli bireylerde bu durum ve gelişim biraz farklı olabiliyor. Sonraki bölümde kısaca bu konuya bakacağız.
"Ege'ye (2006) göre söze dayalı olmayan özellikler büyük ölçüde kültüreldir." diyor bir kaynağımda. Ege olarak bahsettiği, değerli hocam Prof. Dr. Pınar EGE. Bu cümleyi bir örnekle ile açıklamam gerekirse, seneler önce şövalyeler silahsız olduklarını karşısındakine belli etmek için tokalaşırlardı. Bu tokalaşma hareketi günümüzde çoğu batı kültüründe selamlaşmak için kullanılmaktadır. Yine aynı kaynağımda bebeklerin daha doğumdan önce seslere tepki verdiği ve sonrasında seslere, yüz ifadelerine tepki vermeye başladıkları anlatılmaktadır.
Kısaca; doğumdan hemen sonra, bireysel farklılıklar olacak şekilde, sözel olmayan mesajları biriktirmeye ve anlamlandırmaya başlarız.
...
Gelelim özel gereksinimli bireylere. Birçok ilginç bilgi var literatürde:
Özel gereksinimli bireylerin ve özellikle otizmli bireylerin sözel olmayan mesajları anlamlandırma ve isimlendirmede yaşadıkları sınırlılıktan bahsetmekte, sanırım artık oldukça alışılmış bir bilgi olacaktır. Ancak ben, bu bilginin dışında kalan bilgiler sunmak istiyorum size.
"Loveland ve arkadaşlarının (1997)
yaptıkları bir çalışmada düşük işlevli otistiklerin, duygu açıkça sözelleştirilmediyse karşıdaki kişinin ne hissettiğini yordamada çok zorlandıkları bulgulanmıştır. Yine aynı çalışmada,
yüksek işlevli otistiklerin ise konuşmacının duygusunu belirlemede (duygunun açıkça
adlandırıldığı durumlar hariç), sözel olmayan
bilgilere (gözyaşı, kahkaha, yüksek ses tonu
gibi) sözel bilgilerden daha çok güvendikleri
bildirilmiştir." Bu bilgi benim için çok ilginç. Sözel dil yetmediğinde, sözel olmayan mesajlara güvenmek biz yetişkinler için çok dikkat edilmesi gereken bir durum. Bir de sözel olmayan dilin yetmediği anlarda, çocuğumuzun dil ve iletişim becerilerine göre mesajı iletebilmemiz de ayrı bir önem arz etmiş oluyor.
Bir diğer kaynağımda zihinsel yetersizliği olan bireylerin yaşadıkları dil ve iletişim problemlerine eşlik eden, sözel olmayan mesajları anlamlandırmada güçlüğün düşünüldüğü kadar tehlikeli boyutta olmadığıdır. Hatta bu becerilerim varlığı ile alternatif iletişim becerileri desteklenebilir.
Benim aklıma hemen, internette yer alan videolar geldi. Ağlayan işitme yetersizliği olan bir çocuğun dokunma ile sakinleşmesi, kızgın otizmli bir çocuğun annesinin sesi ile regüle olması... Eminim birçok video görmüşsünüzdür.
Prof. Dr. Nilüfer Devecigil'in kitabında ise, en düşük seviyede öğrenme yaşantısı gerçekleşmişken bile, "ilkel beyin" diyebiliriz bu duruma, sözel olmayan mesajlar oldukça anlamlıdır, bilgisi sunuluyor. Ağır düzeyde yetersizlikler olsa dahi çeşitli sözel olmayan mesajlar ile çocuklarımıza birçok şeyi öğretiyoruz aslında. (Hemen burada aklıma şu anım geldi. Senelerdir özel gereksinimli çocuklarla çalışıyorum. Otizmli bireyler göz teması kurmasalar da göz teması kurduğumuzda bizden mesaj alırlar. Bir problem davranış sergilediğinde gözlerimizi ona dikip baktığımızda, bunu görmüyor değiller. Bu durumda, problem davranışı pekiştirmemek adına göz kontağını kesersek çocuklarımızın bize bakmasalar dahi bu davranışı azalttıklarını gözlemledim. Bunu paylaştığım bir ortamda küçümsenmiş ve bunun asla olamayacağı söylenmişti. Ancak sekiz yıldır bu böyle.)
...
Bütün bu bilgiler ve deneyimlerim ışığında küçük küçük notlar aktarmak istiyorum:
- Çocuğunuz problem davranış sergilediğinde, bu davranışın nedenini araştırın. Neden böyle davranıyor, iletişim ihtiyacı var mı, duyusal bir ihtiyaç mı, sorularını yanıtlayın.
- İhtiyacına göre dokunmaktan, öpmekten, şarkı söylemekten, ışıkları söndürmekten çekinmeyin. Prof. Dr. Nilüfer Devecigil buna "regüle etmek" diyor ve çok güzel bir terim.
- Olağan üstü durumlarda biz de regüle edilmeye ihtiyaç duyarız. Kızgınken etrafımızdakiler sussun, üzgünken sırtımız sıvazlansın gibi isteklerimiz olabilir. Çocuklarımızın bu ihtiyaçları da erken yaşlardan itibaren doğru şekilde karşılanıp, doğru şekilde yönlendirilirse daha sağlıklı iletişim kuran bireyler olacaklardır.
- Çocuğunuzun anlamadığını düşündüğünüz tartışmalar, yüz ifadeleri, dokunuşlar... Hepsi anlaşılıyor ve kaydediliyor. Hayatınızda her an gizli bir kamera, sonrasında sizi taklit edecek gizli bir kamera, var gibi davranmalısınız. Ne dersiniz?
...
Kaynaklarım: