geyese2017 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geyese2017 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2017 Pazartesi

Dokunmatik (Touch Math) Matematik Yöntemi ve Öğretimi


Merhabalar. 31 Mart-2 Nisan 2017 tarihleri arasında Konya’da düzenlenen Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaştığım yazılarımın sanırım sonuncusu ile karşınızdayım. Bu haftaki yazımı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yıkmış”ın “Gelişimsel Yetersizliği Olan Çocuklara Matematik Kavram ve Becerilerinin Dokunmatik Matematik Yöntemi ile Öğretimi” konulu sunumunu kaynak alarak hazırladım. Daha önce kavram öğretiminin temeli olan eşleme becerilerinden bahsetmiştim. Şimdi ise birkaç basamak öne giderek “Touch-Math” yani hocamızın çevirisi ile “Dokunmatik Matematik” yöntemi ile rakam, dört işlem ve problem çözme becerilerinin nasıl öğretileceği ile ilgili bilgiler sunacağım.
Touch-Math, üniversitede aldığım matematik öğretimi dersinde son sınıftaki bir arkadaşın gelip bize tanıttığı bir yöntemdi. O dönemden beri sıklıkla kullanmasam da her zaman acil durumda yanına alınacaklar listemde yer aldı. Hadi bakalım başlayalım.
...
Touch-Math; adı üzerinde dokunarak matematiği algılama ve hissetmeye dayalı bir yöntemdir. Rakamların üzerine rakamı ifade edecek kadar nokta vs koymaya dayanan bir yöntem olarak özetleyebiliriz de. Nokta belirlemeye dayanır. Zaten oldukça soyut olan sayı ve rakam kavramlarının somutlaştırılmasını hedefler. Birçok öğretim yöntemi denenmiş olmasına rağmen matematiğin bu becerilerini edinmeyen öğrencilerde uygulanıp oldukça etkili ve kalıcı sonuçlar alınmıştır. Biraz karmaşık gelebilir. Ancak birazdan örnekler verdiğimde daha ne olacağından eminim.
Touch-Math yönteminin birçok olumlu sonucu var. Matematiğin ezberleme gerektiren noktalarını uygulamaya dökerek daha rahat öğretmemizi ve öğrenmemizi sağlar. Sıralı öğreme stratejisine dayandığı için basamaklandırması ve uygulaması oldukça basittir.  Sayının değerini temsil eden noktalar söz konusu olduğundan dokunsal, görsel uyaranlara da hitap etmektedir. Bu yöntemin eğlenceli olması sonucu matematik kaygısı azalır ve daha bağımsız olur öğrenciler. Özel gereksinimli çocuklarımızın sosyal kabulünü zorlaştıran parmakla sayma, abaküs gibi yöntemler yerine bu yöntem kullanıldığında bireylerin sosyal ve bireysel algıları da değişmektedir.
Ne kadar çok yarar saydım, değil mi?

Şimdi isterseniz öncelikle rakamların öğretimi ile başlayalım. Sıra ile gittiğimizi ve en son sıfırı öğrettiğimizi vurgulamak isterim. Aşağıdaki bütün örnekleri daha önce kullandığım bir öğrencime göre el alışkanlığı olmuş halde paylaşıyorum. Her çocuğa göre noktaların yerleri, büyüklüğü, şekli, görüntüsü vs. her şey  değişebilir, unutmayın. 
Fotoğraf ile anlatmak daha kolay olacak benim için.



Şimdi de toplama işleminin nasıl yapıldığına bakalım:

Çıkarma işlemi:

Çarpma işlemi:

Ve son olarak bölme işlemi:

Burada önemini vurgulamak istediğim başka bir konu daha var. Her aşamada noktaları kullanmak yerine en başından yavaş yavaş uyaranları çekmek daha doğru. Biz buna “uyaran silikleştirme” diyoruz. (Bunun için daha ayrıntılı bir yazı hazırlamam gerekiyor sanırım.) Bu uyaran silikleştirme konusunda daha ayrıntılı bilgiyi kurumunuzdaki özel eğitim öğretmeninden alabilirsiniz.

Ayrıca öğretmeniniz böyle bir yöntem seçmeden evde kendiniz böyle bir yöntem denemeye başlarsanız, bu; hem öğretmeninize saygısızlık olur hem de çocuğunuzun kafası karışır. Unutmayın: Yöntem kararını çocuğunuzun hayatındaki herkes oturup tartışarak beraber vermeli.

21 Ocak 2020'de, gelen bir soru üzerine yazıya ekleme yapıyorum.
Deneyimlerim sonucunda bu yöntemin çeşitli olumsuz yönleri olduğunu düşünüyorum. Bu yöntemi kullanmış diğer uzman arkadaşlarım ile yaptığımız görüşmelerde de aynı soru işaretlerini duydum. Bu soru işaretlerini şu şekilde özetleyebilirim:

  • Parmakla saymaması için, kaynaştırma ortamında etiketlenme ve dışlanma yaşamaması için çocuklara bu yöntemi öğretiyoruz ancak hiçbir çocuk rakamların üzerine nokta koyarak matematiği öğrenmiyor, parmaklarıyla sayarak öğreniyor. Etiketlenme olmaması için attığımız adım, daha çok dışlanmaya ve farklılaşmaya sebep oluyor.
  • Bu yöntemi kullanmaya karar verdiğimiz çocukların, sınıf öğretmenleri ya da matematik öğretmenleri de bu yöntemi kullanıyor ve biliyor olmalılar. Bir merkez, sadece bir öğretmenin uyguladığı ve çocuğun diğer hiçbir ortamda görmediği bir yöntem, bence işlevsel değil.
  • Buna ek olarak; bu yöntemi başlattığımız çocuğumuzun hayatında, bu yöntemin sunduğu uyaranları silikleştirene dek var olacağımızın bir garantisi yok. Bu yöntemi bilen, özel eğitim sektöründe yüz kişi çıkar mı bilemiyorum. Bu nedenle, sekteye uğrama, erteleme ya da kopma durumları için bu yöntem yine uygun değil. "E öğretmen öğrensin!", kabul, güzel mantık. Ancak her öğretmen yeni bilgiye açık değil ve maalesef çoğu öğretmen on yıllık bilgiler ile mesleğine devam ediyor. Bu riski almak ne kadar doğru, siz karar verin.
  • Bu yöntem sıklıkla otizmli bireylerle kullanılıyor. Otizmli bireyler için uyaranı, ipucunu, pekiştireci çekmenin ne kadar ayrıntılı ve özen gerektiren bir süreç olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak bu bolca emek gerektiren süreç çoğu zaman ihmal ediliyor ve noktalar olmadan işlem yapamayan, ipucunu çekmekte gecikilince ipucu bağımlısı olan birçok çocuk ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu da ayrıca önemli bir nokta.
    Gelen soruya cevaben eklemelerim burada bitiyor. Şimdi yeniden 2 Ekim 2017'de yazdığım yazıma devam edebiliriz.
Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.


30 Temmuz 2017 Pazar

Gelişim Yetersizliği Olan Çocuklarda Fiziksel Aktivite ve Spor



Aylar önce Konya’da yapılan Gelişim Yetersizliği Sempozyumu’nda aldığım bilgileri sunduğum, sonlara yaklaşan yazım Doç. Dr. Mehmet Yanardağ Hoca’nın Fiziksel Eğitim ve Spor ile ilgili olan seminerini referans alacak. Mehmet Hoca’yı ilk dinleyişimdi ve özellikle beden eğitimi öğretmeni olmayan kurumlarda sınıf öğretmenlerinin, özel eğitim öğretmenlerinin sorumluluğu altına alınan ve aslında ihmal edilen bir alanda aldığım ilk seminer oldu. Bu nedenle yeri önemli ve ayrı oldu bütün bir sempozyum boyunca.
Mehmet Hoca sunumun başında birçok yanlış bildiğimiz ve yanlış kullandığımız kavramı yeniden açıkladı. Fiziksel aktivite, fiziksel eğitim, uyarlanmış spor, fiziksel uygunluk gibi kavramlar üzerinde durdu. Örneğin uyarlanmış fiziksel eğitim; öğrencinin belirlenen ihtiyaçlarına göre fiziksel uygunluk, temel hareket becerileri, bireysel ve grup oyunları ve bireysel ve grup sporlarından oluşan bir bireyselleştirilmiş program. Maalesef kurumlarda uyarlanmış bireysel bir fiziksel eğitimden bahsetmek çok güç. Burada bildiğim birkaç kurum aklıma geliyor. Sayıları az olduğu için ve staj yaptığım bütün okullarda böyle bir bireyselleştirme görmediğim için bu kadar net konuşuyorum.
İkinci kavram uyarlanmış fiziksel aktivite. Bu kavram ise yaşam boyu sürmesi gereken alışkanlıkları kapsıyor diyebiliriz. Boş zamanlarını fiziksel uygunluk amacıyla değerlendirme, spora katılım gibi konular söz konusu.
Uyarlanmış spor ise bireyin gereksinimlerine göre söz konusu spor branşında yapılan çeşitli değişikliklerle bu sporun yapılması. Örneğin tekerlekli sandalye kullanan bireyler için basketbolun kurallarında çeşitli uyarlamalar yaparak bu spor branşını bu bireyler için daha rahat yapılabilir hale getirmek bu kavramla ilgili.
Son olarak birçok kavramın içinde geçen “fiziksel uygunluk”. Son dönemin moda ifadesi “fitness”ın Türkçe versiyonu demek daha doğru olabilir. Mehmet Hoca bu kavramı “günlük aktiviteler içinde ve aktivitelerde beklenmedik olarak ortaya çıkan durumlarda etkinlikleri etkili, güvenli ve aşırı yorgunluk olmadan yapabilme durumu” olarak açıkladı. Maalesef birçok özel gereksinimli çocuğumuz okul servisinden sınıfa yürüyene dek nefes nefese kalma, sınıftaki çeşitli etkinliklerde aşırı terleme gibi fiziksel uygunluktan çok uzak olduklarını gösteren ipuçları gösterebiliyorlar. Burada ailelerin ve öğretmenlerin bunu fark ederek fiziksel uygunluğun sağlanması için düzenli spor, egzersiz yapmaları ve çocuklarını da bu konuda yetiştirmeleri gerekmekte.
Fiziksel aktivite ve sağlık ilişkisine bakıldığında fiziksel aktivitenin etkilendiği alanlar yüzdelerine göre şöyle: %53’ü yaşam biçiminden, %21’i çevreden, %16’sı genetik faktörlerden ve %10’u da sağlık bakımından etkilenmekte. Yani yaşam biçimi fiziksel aktivite için oldukça önemli bir unsur. Ailelerimizin ihmal ettiği, fiziksel engelli bireylerin fizyoterapi nedeniyle çok üzerinde durmadığı bir konu: düzenli spor. Aileler kendi hayatlarına düzenli spor yani fiziksel aktivite ekledikleri zaman çocukları da bunu böyle bilerek büyürler ve bu bir alışkanlık, yaşam şekli olur. Bu da en güzel senaryo aslında.
Burada özel gereksinimli bireylerin düzenli ve yaşam biçimi haline gelmiş sporu edinmede çeşitli risk durumları olabilir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün:
  • Özel gereksinimli bireyler spor yapma konusunda kendilerini motive edip destekleyemeyebilirler. Bu bedensel farkındalık, yaşam biçimini şekillendirme gibi becerilerin sınırlı olması ile ilgili olabilir. Burada motive edici stratejilerin aileler ve öğretmenler tarafından kullanılması önemlidir. Ailelerin hareketli olmaması özel gereksinimli çocuklar için büyük bir engel. Araştırmalara göre babaların aktif olup olmama durumu çocukların aktif olmalarını önemli ölçüde etkiliyor.
  • Özel gereksinimli bireylerin yaşları da fiziksel aktiviteyi yaşam biçimine dönüştürme konusunda etkili. Genç yetişkinlikten yetişkinliğe geçişte özel gereksinimli bireylerin pasifleştiği çeşitli çalışmalarla ortaya konmuş. Burada alınan eğitim süresinin azalması, iş imkanlarının olmaması ve sporu yaşam biçimi haline getirmemiş olmak etkili.
  • Günümüzde çoğu çocuğun sorun yaşamasına sebep olan bilgisayar, tablet gibi unsurlar özel gereksinimli çocuklar için de risk oluşturuyor. Pasif ekran etkinlikleri sporu yaşam biçimi haline getirmeyi olumsuz yönde etkiliyor.
  • Özel gereksinimli bireylerin yaşadıkları fiziki çevrenin koşulları da genellikle düzenli sporu olumsuz yönde etkiliyor.
  • Son olarak nitelikli uzman sayısının da az olması sebebiyle özel gereksinimli bireylerin spora yönelimi sınırlı kalıyor. Düşünsenize, kaç yıldır bu camiadayım ve sadece bir tane beden eğitimi öğretmeni ile bire bir çalışma imkanı buldum. Ben buna hep çok şaşırmışımdır!

Özel gereksinimli bireylerde bir de hareket anormallikleri söz konusudur. Bunlara dikkat edilmeli ve erken yaşlarda fark edilerek müdahale edilmelidir:
  • Azalmış kaba motor beceriler, 
  • Düşük yürüyüş enduransı, 
  • Yetersiz kas kuvveti,
  • Azalmış aerobik kapasite, 
  • Yetersiz denge, 
  • Kas tonusunda yetersizlik, 
  • Kas kuvvetini açığa çıkarma ve bunu sürdürmede güçlük, 
  • Denge-koşma-atlama-sıçrama gibi becerilerde güçlük, 
  • Akranlarından daha geride bir motor performans sergileme, 
  • Eklemlerde aşırı hareket genişliği ve 
  • Duruş bozukluğu.

Yukarıdaki anormallikler dışında her çocuk eğitime başlarken fiziksel değerlendirmeden geçirilmelidir. Bu değerlendirmeler alanında uzman kişilerce yapılmalı ve bu değerlendirme sonucunda bireysel eğitim programına fiziksel uygunluk için de amaçlar eklenmelidir. Burada biz uzmanlara ve ailelere önemli iş düşmektedir. Okul seçerken beden eğitimi öğretmeni olan, bu konuda sizi çeşitli yerlere yönlendirebilecek kurumlar seçmeniz oldukça önemli.
Fiziksel eğitim ve spor konusunda Mehmet Hoca’nın aktardıkları bu kadarla sınırlı değil. Ancak daha derli toplu bir yazı olması için fiziksel eğitim konusunda hocamızın önerilerini ikinci yazı olarak ayırdım. İlerleyen dönemde bu yazıyı yayınlayacağım. Sevgiyle kalın görüşmek üzere.

Umarım sizler için etkili ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Görüşlerinizi bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar, sevgiler.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Zihin Kuramı nedir?



1978 yılında Premack ve Woodruff’un ortaya koyduğu “zihin kuramı” ile ilgili yazımdan herkese merhaba. Bu yazımın kaynak semineri yine GeYeSe-2017’de sunum yapan değerli hocalarımız Yrd. Doç. Dr. Oktay Taymaz Sarı ve Doç. Dr. Onur Özdemir’in sunumlardır. En verimli ve ilgimi çeken seminer bu seminerdi, itiraf etmeden geçemeyeceğim. Biz özel eğitimcilerin her zaman bildiği, cebinde duran ancak nasıl çalışması gerektiğini bilmediği bir beceri “zihin kuramı”. Umarım bu yazımda sizlere zihin kuramını tanıtabilirim.
Yukarıda da bahsettiğim gibi yeni bir tarihte ortaya konan bir beceri değil aslında bu. Tam 39 yıl önce ortaya konmuş ve üzerinde çalışmalar yapılmış. Peki “zihin kuramı” nedir? Temel olarak “kendine ve başkasına zihinsel durumlarla ilgili atıfta bulunmak” denebilir. Örneğin ben annemin beni sevdiğini biliyorum. Yine ben annemin kardeşimi sevdiğini biliyorum. Kardeşim, benim, annemin onu sevdiğini bildiğimi biliyor. Bunun gibi akıl yürütme becerilerine biz “zihin kuramı” diyoruz. Artık zihin kuramını tırnak işaretinin içinden çıkarmanın vakti geldi. Kısaca başkalarının düşüncelerine dair kuramlar, sayıltılar, ihtimaller ve düşünceler diyebiliriz.

Zihin kuramının gelişiminden bahsedelim şimdi de.
Dil gelişimi ile beraber başkasının bakış açısını anlama becerisi edinilir. İki yaş civarında duygularını ve arzularını anlamaya başlar insanlar. Yine bu yaş döneminde rol yapma, hayal etme ve mış gibi oyunları edinilir. Üç yaşa doğru planlı aldatmaca öğrenilirken üç yaş sonrasında artık “düşünmek” ve “inanmak” gibi kelimeleri anlayarak kullanmaya başlar.
Zihin kuramı da tıpkı diğer gelişim alanları gibi belirli bir yaştan sonra gelişmeye başlayan ve her bireyde farklı hızda ilerleyen bir gelişim alanı. Aynı yaştaki bireylerde farklı zihin kuramı algıları olabilmekte, bu da gelişimin doğası gereği olan bir şey. Gelişim ilerledikçe düşünülen nesneler ve düşünceler farklılıklar göstermekte. Zihnimizdekilerin, düşündüklerimizin birbirinden farklı olduğu algısı zamanla edindiğimiz ve öğrendiğimiz bir beceri aslında. Yine gerçeklerle inançların farklı olduğu algısı zihin kuramının bir parçası. Plan ve uygulamaların arasındaki fark da yine bu beceri ile ilgili. Empatik olmayan ve katı kişilerde bu becerinin gelişmediğini yani zihinsel durumların bireyden bireye farklılık gösterdiği algısının olmadığını söyleyebiliriz.

Zihin kuramının birleşenleri nelerdir?
  1. Bir şeye ilgi duyma
  2. Seçim yapabilme
  3. Deneyim aktarma
  4. Tahmin edebilme
  5. Özetleme ve anlam çıkarma
  6. Problem çözme
  7. Kategori yapabilme
  8. Benzerlik ve farklılıkları fark edebilme
  9. Duyguların ve düşüncelerin farkında olma
  10. Ana fikri ayırt edebilme
  11. Başkalarının duygu ve düşüncelerinin farkında olma
  12. Mecazları ve belirsiz ifadeleri anlayabilme
  13. İmaları anlama
  14. Bilginin doğruluğunu değerlendirebilme
  15. Kendi yetilerinin ve düşüncelerinin farkında olma
  16. Başkalarının duygu ve düşüncelerinin farkında olma


Zihin kuramı için önkoşul beceriler nelerdir?
  • Kendinin farkında olma
  • Bedeninin nerede başlayıp bittiğini fark etme
  • Arkasının farkında olma
  • İsmine tepki verme
  • Yakın çevresinin farkında olma
  • İhtiyacı olduğunda yardım isteme
  • Ortak dikkat
  • İlgi duyma (Aktiviteye, nesneye, kişiye, konuşan kişiye)


Otizm – Zihin Kuramı İlişkisine bakalım şimdi de.
Otizm tanısı almış bireyler, bilgileri dahilinde olan bir şeyin herkes tarafından bilindiğini sanırlar. Yani kendileri için gerçek olana herkesin inandığını düşünürler. Ancak yukarıda da değindiğim gibi herkesin zihnindeki gerçek farklıdır ve otizmli bireyler bunu ayırt edemezler.
Yapılan çalışmalarda zeka bölümü otizmli çocukların çok gerisinde olan down sendromlu bireylerin zihin kuramı sorularında gayet başarılı olduğu ancak otizmli çocukların çok geride kaldıkları görülmüştür. Buradan zihin kuramının zeka puanı ile ilgili olmadığı sonucunu çıkarabilir miyiz, ne dersiniz?
Sosyal girdiyi giriş sistemleri ve üst düzey mekanizmalar sağlar. Otizmli bireyler üst düzey mekanizmaları bilişsel olarak kullanamıyorlar. Giriş sistemleri daha başarılı. Giriş sistemindeki beceriler göz takibi, yüzü tanıma gibi belirli uyarıcılara duyarlı becerilerdir. Bunun bir üstünde ise ortak dikkat, göz teması, çalışan hafıza gibi üst düzey mekanizmalar vardır ve otizmli bireyler bu becerilerde zorlanmaktadırlar. Üst düzey mekanizmalarında sıkıntısının olmasının sebebi ise zihin kuramı. Zihin kuramı gelişimi yetersiz olduğundan ve desteklenmediğinden üst düzey bilişsel mekanizmalar yetersiz kalıyor.
Görsel-uzaysal ilişkiye kendi vücudunu da ekliyorlar. Yani bireysel olarak kendi vücutlarını ayrı bir parça olarak değerlendiremiyorlar.
Otizmli bireyler başkalarının davranışlarının sebebini onların gözünden göremediklerinden bu davranışları anlamlandıramamakta ya da yanlış anlamlandırarak yanlış tepkiler vermektedirler. Örneğin siz sıcak tencereye dokununca sertçe elinizi çekip soğutmak için ağzınıza aldığınızda otizmli bir birey bunu tencereyi tuttuktan sonra yapılması gereken bir ritüel gibi algılayabilir. Tencerenin sıcak olduğu ve sizin sıcaktan elinizin yandığı bilgisini vermeniz gerekebilir. Yani otizmli bireyler diğer insanların kendilerinden farklı görüş ve düşünceleri olabileceğini fark edememektedirler. Sosyal anlamda farklı gelen davranışları aslında zihin kuramından. Herkesin kendi gibi düşündüğünü sanan otizmli birey sosyal kuralların çok uzağında davranabiliyor. İşte bu nedenle otizmli bireylerde zihin kuramı en çok desteklenmesi gereken konu.


Bir sonraki yazımda da zihin kuramını desteklemek için bu yazıyı temel alan etkinlikler önereceğim. Umarım zihin kuramının ne olduğu,  aslında hangi çocuklar için dikkat etmemiz ve desteklememiz gerektiği ile ilgili bilgi veren kullanışlı bir yazı olmuştur. Şimdiden kolaylıklar diliyorum, sevgiler.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

OSB Olan Çocukların Ailelerinin Aile İşlevlerinin Bozulma Nedenleri ve Alınabilecek Önlemler



Merhabalar. Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaşmaya devam ediyorum. Bu haftaki kaynak seminerim Yardımcı Doçent Doktor Avşar Ardıç’ın sunduğu “Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Çocukların Ailelerinin Aile İşlevlerinin Bozulma Nedenleri ve Alınabilecek Önlemler” konulu seminer.

Benim ikinci alanım psikolojik danışmanlık ve rehberlik olduğundan, geçtiğimiz dönemlerde ilgimi çeken bir konu olan aile danışmanlığı ile ilgili bir seminer programına katılarak aile danışmanı olmuştum. Avşar Hoca'nın sunduğu seminer, birçok açıdan bana, özel eğitimi ve aile danışmanlığını nasıl harmanlarım sorusunun cevabını verdi.

Özel eğitim ailelerin desteği olmadan bir hiçtir. Bu iddialı bir cümle gibi dursa da alanda senelerce çalışmış ve benimle hemfikir olmayan bir öğretmen arkadaşım yoktur. Bu blogu kurma sebebim bile bu cümle. Okulda ne kadar mükemmel dersler yaparsanız yapın; eğer aile sizi anlamıyor, yaptıklarınızı anlamlı bulmuyor ve evde de uygulamak için heveslenmiyorsa bütün emekleriniz boşa gidiyor demektir. Bu nedenle ailenin, sizin yaptığınız çalışmaları anlaması ve gerekli görmesi gerekmektedir. Bunun da yolu aile eğitiminden geçmekte. Aile işlevlerini ne kadar iyi yerine getiriyorsa eğitime de katkısı o kadar iyi olacaktır.

Ailenin dört temel işlevi vardır: Duygusal alışveriş, eğitim, üreme ve ekonomi. Görüldüğü gibi aile, ailede bulunan her bir bireye duygusal olarak bir temas, eğitim, çoğalma imkanı ve ekonomik rahatlık sunmak durumundadır. Eğitimin ailede başladığı prensibi bu işlevlere dayanmakta.

Aileler, yetersizliğe sahip çocukları olduğunda etraflarında daha önce böyle bir model görmediklerinden oldukça zorlanıyorlar. Süreç boyunca birçok farklı ve yanlış uygulama ile karşılaşan ailelerin hem özel eğitime hem de yetersizliğe karşı olumsuz tutumları oluşuyor. Bu tip ailelerle çalışmak oldukça zor, bu tip bir ailede bulunmak daha da zor olmalı diye düşünüyorum. İsterseniz yetersizliğe sahip bir çocuk dünyaya geldiğinde ailede neler oluyor bunlara bakalım:
  • Yetersizliğe sahip bireyin eğitim ve tedavi masrafları bazen ailenin kaldıramayacağı bir seviyeye ulaşabiliyor. Kendine, eşine, hobilerine vakit ayıramayan aile fertleri daha çok içe kanık ve kendi kişiliğini yetersizliği olan birey üzerinden tanımlar hale geliyor. İşte burada yapılması gereken şu:
    • Aile fertlerinin ulaşabilecekleri sosyal imkanlara ulaşmalarını sağlamak ve her birinin ayrı ayrı bir birey olduklarını, kimsenin kimseye bağımlı olmadığı algısını vermek gerekiyor. Hepsi bu. Böylelikle daha sağlıklı bir bakış açısı ve daha sağlıklı bir aile oluşturulmuş oluyor.
  • Aileler olumsuz gibi görünen bu haberi (Yani yetersizliğe sahip bir çocukları olduğu haberini.) aldıktan sonra farklı tepki gösteriyorlar. Bu tepkilerden biri de pazarlık yapmak. Şok aşamasını atlatıp pazarlık aşamasına gelen çoğu aile burada kalıyor. Burada yetersizliği kabul söz konusu değil. “On saat eğitim verirsem evde ödev yapmaya gerek kalmaz. Oh tamam! / Yarım saat fazla derse girsin ben de o arada şurada el işimi yapayım. ” gibi fikirler dönebiliyor düşüncelerinde. Bunlar yargılanabilecek, yadırganabilecek düşünceler değil. Çünkü yaşanan travma ile bireyler bu şekilde mücadele ediyor.
    • Burada yapılması gereken nedir? Aileyi bilgilendirmek! Tek yapılması gereken bu. Özel gereksinimi olan çocuğun gereksinimi hakkında bilgi vermek, ilerleyen dönemde neler olabileceği ile ilgili billgi vermek, haklarını öğretmek. Bunlar pazarlık aşamasından kabul aşamasına geçmelerini sağlacaktır.
  • Seneler geçiyor, yetersizliği olan birey büyüyor ve aile alınan yanlış ve yetersiz eğitimlerle durumu kanıksıyor ve daha iyi bir durumda olabilecekken daha olumsuz bir duruma boyun eğiyor. Bu da ülkemizde çok sık karşılaştığımız bir durum. Halbuki daha süreç başlamadan gerekli bilgiyi alsa aileler, eğitim alacağı kurumu servis durumuna, aileye verilen hediyelere ya da okul müdürünün ne kadar iyi arkadaşı olduğuna göre değil de sadece ve sadece verilen eğitime ve sunulan imkanlara göre seçse ne kadar güzel olurdu, değil mi? İşte bu süreçteki aileler en dirençli olan aileler. Yeni bilgiye, fikre kapalı ve durumu benimsemiş aileler maalesef çocuklarına en büyük zararı veren aileler.
    • Peki bu durumda bir öğretmen ne yapabilir? Aileyi her fırsatta bilgilendirmek, yeniliklerden haberdar etmek ve yeniden umut etmesini sağlamak.

Avşar Hoca ailelerin daha sağlıklı olması ve dolayısıyla eğitime daha olumlu katkılar sağlamaları için ise şunları önerdi:
  • Bol bol, sürecin en başından aile eğitimleri verilmeli. Bilgileri kaliteli olan bir aileyi kimse kandıramaz.
  • Özel eğitim konusunda uzman olan insanlar bu sorumlulukla yetiştirilmeli. Eğitim programları buna izin vermiyorsa uzman adayları kendilerini bunun sorumluluğu ile yetiştirmeliler.
  • Ailelerin sivil toplum kuruluşlarına katılmaları desteklenmeli. Kendileri ile aynı süreci yaşayan ailelerle duygusal ve bilgi alışverişinde bulunmak bütün ailelere iyi gelmektedir, süreci daha olumlu algılamalarını sağlamaktadır.
  • Temelde her bireyi dirençli ve olumsuz durumlara karşı esnek yetiştirmek hem bireylerin hem de toplumun özel gereksinimli bireylere bakış açısını olumlu yönde değiştirecektir. Burada her bireye görev düşmektedir. Güçlü birey güçlü toplum!
  • Aileler, uzmanlardan gereken yardımı almalı ve uzmanlar bu yardım konusunda bonkör olmalılar.


Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Bir Alternatif ve Destekleyici İletişim Mobil Uygulaması: Dokun Konuş



Merhabalar. Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaşmaya devam ediyorum. Bu haftaki kaynak seminerim Doç. Dr. Onur Kurt ve Dr. Derya Genç Tosun’un beraber sundukları “Bir Alternatif ve Destekleyici İletişim Mobil Uygulaması Dokun Konuş”.

Hocalarımız sunumlarına otizmin tanısını yaparak başladılar ve önemli iki noktanın altını çizdiler. Birincisi otizmin tanı kriterlerinden olan “dil ve konuşma becerilerinde güçlük” ifadesi artık tanı kriteri olmaktan çıkarıldı. Ancak “sosyal becerilerde yetersizlik” tanı kriteri olmaya devam ediyor. Bu beceri ise tamamen dille ilgili. Bu önemli bir bilgiydi. İkinci bir bilgi ise otizmli bireylerin %25-30 civarındaki kısmı etkili ve yeterli eğitim almalarına rağmen konuşma becerilerinde ilerleme kaydedemiyorlar ve konuşmuyorlar. Bu ilkinden daha da önemli bir bilgi. (Ancak otizmli bireylerin velileri bu yazıyı okuyup umutsuzluğa kapılmamalı. Nedeni ise şu: Her birey farklıdır ve konuşma oldukça göreceli bir ifadedir.)

İşte bu %25-30 gibi aslında ciddi bir kesimin ihtiyacı olan şey alternatif ve destekleyici iletişim olabilir. Bu iletişim yöntemlerine hepimizin bildiği işaret dilini örnek olarak verebilirim. Bu seminerde ise bize “Dokun Konuş” isimli bir mobil uygulama tanıtıldı.

Peki nedir bu Dokun Konuş? Bir mobil uygulama. Çocuğunuzun kullanmasını istediğiniz kelimelerin fotoğraflarını yükleyerek ve isimlerini kaydederek, çocuğunuzun örneğin “Su istiyorum.” resimlerine tıklaması ile kendisini ifade etmesine dayanan bir uygulamadır. Örneğin çocuğunuz makarnayı çok seviyor ve siz de mobil uygulamaya bununla ilgili bütün kelime, resim ve sesleri yüklediniz. Çocuğunuz yemek kategorisine girip makarnayı seçerek mobil cihazın sesli şekilde “Makarna yemek istiyorum.” demesini sağlar ve siz de ona makarnasını verirsiniz. Ya da başka bir örnek; basketbol oynamayı çok seven bir çocuğunuz var ve bunu sözel olarak ifade edemiyor. Uygun kategoriden basketbol resmini bulup üzerine dokunduğunda “Basketbol.” kelimesi sesletilir ve siz de çocuğunuza basketbol oynaması konusunda yardımcı olabilirsiniz. Bu örnekler saymakla bitmez. Kısaca dil ve konuşma becerilerini ne yapılırsa yapılsın edinememiş bireylerin bizimle iletişim kurması için oluşturulmuş bir mobil sistem karşınızda.

Dokun Konuş isimli uygulamanın özellikleri ise şöyle:
  • Bireyselleştirilmeye açık. Yazılımı; yetişkin, kendi düzenlediği için özel gereksinimli bireyin özelliklerine göre yapılandırmak mümkün.
  • Birden fazla çocuk için tek cihaz kullanımını destekliyor. Bu da demek oluyor ki okullarda, grup seanslarında bu uygulama kullanılabilir.
  • Kategoriler, fotoğraflar, ses kayıtları eklenebilir ve bunlar çocuğunuzun beğenilerine göre şekillendirilebilir.
  • Ayrıca özel gereksinimli bireyin uygulamadan çıkmasını engelleyen bir kilit sistemi de mevcuttur. Çocuğunuzun uygulamadan çıkıp cihazın istemediğiniz bölümlerine ulaşmasını engeller.
  • Sadece otizmde değil diğer farklı yetersizlik alanlarında da eğer bireylerin ihtiyacı varsa kullanılabilir.

Dokun Konuş uygulamaları sonucunda %80 başarı elde edilmiş. Üç ay içerisinde de bu mobil uygulama ile iletişim becerileri öğretilen çocukların iletişim davranışları kalıcı hale gelmiş. "Miş" diyorum ama hocalarımız uyguladıkları deneyimlerini birinci ağızdan bize sundular ve bu müthiş bir başarı.

Şimdi aklınıza gelen soru şu olabilir: Eğer ilerde çocuğum konuşacaksa bu engel olur mu? Hocalarımızın cevabı net bir şekilde “Hayır.”. Çünkü yapılan araştırmalarda bu uygulama ve benzeri uygulamaları kullanan bireylerde dil ve konuşma becerilerinde de bir ilerleme olduğu gözlemlenmiştir.

Burada vurgulamam gereken önemli nokta var: Böyle bir alternatif ve destekleyici iletişim yönteminin uygulanmasına aile ve öğretmen beraber karar vermelidir. Öğretmenin haberi olmaksızın birkaç yazı okuyarak ve uygulamayı indirerek, ailelerin bu uygulamayı kullanmaya başlaması yararlı olmayacaktır. Çocuğunuzun yaşamının her alanında, kayıtlar tutularak, öğrenimin gerçekleşip gerçekleşmediğini görerek uygulamak mühim. Birbirinden bağımsız olarak kullanan yetişkinler kalıcı sonuçlar elde edemezler. Bu bilgiyi ihmal etmemek gerek.

Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.


17 Nisan 2017 Pazartesi

Okul Öncesi Dönemde Kaynaştırma: Önleyici Sınıf Yönetimi



Merhabalar. 31 Mart-2 Nisan 2017 tarihleri arasında Konya’da düzenlenen Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaşmaya devam ediyorum. İkinci yazımla karşınızdayım.

Bu konuda daha önce Otizm, Uygulamalı Davranış Analizi, Özel Eğitime Giriş derslerini aldığım değerli hocam Prof. Dr. Bülbin Sucuoğlu bir anlatımda bulundu. Bülbin Hocam son on yılda kaynaştırmaya nasıl yöneldiğini ve önleyici sınıf yönetiminin okul öncesi dönem başta olmak üzere kaynaştırmanın her basamağında ne kadar önemli olduğunu anlattı bize bütün bir sunum boyunca. Kendimce özetleyerek önleyici sınıf yönetimi ile ilgili, zihinlerinizde fikir oluşturmaya çalışacağım.

Nitelikli sınıf; nitelikli sınıf yönetimi ve nitelikli öğretmen ile olmaktadır. Nitelikli sınıfta hem kaynaştırma öğrencisinin hem de normal gelişim gösteren öğrencilerin problem davranışlarının sadece öğrencilerden kaynaklandığı fikri yoktur. Burada öğretmen sınıftaki her uyaranın buna sebep olduğunu bilerek başta kendi tutum ve davranışlarını olmak üzere, sınıfını ve sınıf düzenini önleyici şekilde planlamak durumundadır.

Sınıf yönetiminde her öğretmen bilimsel dayanaklı stratejiler uygulamak zorundadır. Keyfilikten uzak, bilimsel temelli ve etik uygulamalar her açıdan tercih edilmektedir. Böyle bir öğretmen hem fark yaratır hem de çevresi tarafından onaylanır.

Sınıf yönetiminde dört aşamalı bir müdahale söz konusudur:
  •  İlk aşamada bütün çocuklarla ve aileleri ile olumlu ilişkiler kurulmalıdır.
  • İkinci aşamada önleyici sınıf yönetimi uygulanmalıdır. Örneğin fiziksel ortamı düzenleme, uygun öğretim yöntemlerini kullanma, her çocuğun gelişim dönemine uygun materyal ve teknik kullanma vs.
  • Üçüncü aşamada ise bütün sınıfa sosyal beceriler ve etkileşim becerileri öğretilir. Burada önleyici sınıf yönetiminin en önemli avantajı karşımıza çıkar: Bütün bireyleri kapsamaktadır. Böylece etiketlemeden uzaklaşılır ve zaman tasarrufu sağlanır. Her sınıf üyesine hitap edeceğinden verimliliği oldukça fazla olacaktır.
  • Son aşamada ise ilk üç basamakta ilerleme kaydedemeyen öğrencilere bireysel, yoğun müdahale uygulanır. İlk üç basamakta kaynaştırmanın rolü oldukça büyüktür.


Sanıldığının aksine kaynaştırma sınıfında, kaynaştırma öğrencisinin sergilediği problem davranışlar diğer öğrencilerin sergilediği problem davranışlardan nitelik ve nicelik olarak büyük farklılıklar göstermemektedir. Cümle biraz uzun olmuş olabilir. Kısaltalım: “Kaynaştırma öğrencilerinin problem davranışları sınıftaki diğer öğrencilerin problem davranışlarından fazla değildir.” Kaynaştırmada önleyici sınıf yönetimi uygulamaları incelendiğinde, problem davranışların bütün sınıfta azaldığı gözlemlenmiştir. Yani hem kaynaştırma öğrencilerinde hem de normal gelişim gösteren öğrencilerde problem davranışlar azalmıştır.

Günümüz öğretmenlerinin (Buna ben de dahil.) sosyal becerilere yeterince önem vermediği araştırmalar tarafından ortaya konulan bir gerçek. Bu becerileri yeterince önemseyen bir öğretmen zaten sınıfında önleyici sınıf yönetimini kullanacaktır. Yani problemin oluşmasını beklemeden, oluşmadan önce önünü “kesecektir”.

Etkili bir okul öncesi kaynaştırma süreci yaşayan bir birey, ilkokul döneminde daha kaliteli bir kaynaştırma yaşayacaktır. Bu nedenle okul öncesi dönemdeki kaynaştırmanın niteliği ve niceliği oldukça önemlidir. Okul öncesi programlarının daha esnek olması, okul öncesi dönem öğrencilerinin etiketlemeden uzak ve yüksek kabul duygusu olması ve özel gereksinimli bireyler için kritik bir dönem olması açısından okul öncesi dönemde kaynaştırma oldukça önemlidir. Velilerimizin bu bilgiyi hiç ihmal etmemeleri gerekmekte. Kaynaştırma bir haktır ve çeşitli kurumların ve bireylerin keyfiliğinden oldukça uzaktır. Bunu lütfen ihmal etmeyin.

Peki erken çocuklukta (yani okul öncesi dönemde) kaynaştırmanın olumlu sonuçları nelerdir?
  • Toplumsal uyumun daha erkenden ve daha kolay öğrenilmesini sağlar.
  • Aktif katılım uygulanırsa her birey kaliteli ve kalıcı öğrenir. (Aktif katılım nedir? Hepimizin yaşadığı gibi; kaynaştırma öğrencisinin sınıfta varlığı ve yokluğu anlaşılmayan bir konumda olması yerine “kaynaştırma öğrencisi” etiketi olmadan sınıfın bir birey olmasıdır. “Sınıfın bir üyesi” önemli burada.)
  • Her çocuğa eşit ve özelliklerine göre bireyselleştirilmiş bir eğitim verildiğinde olumlu sınıf yöntemi söz konusu olmakta ve kaynaştırmanın olumlu çıktıları artmaktadır.
  • Öğretmenler problem davranışların kaynaştırma öğrencisinden değil de kendi sınıf yönetimi becerilerinden kaynaklandığını fark ettiklerinde hem normal gelişim gösteren öğrenciler hem de kaynaştırma öğrencileri her açıdan olumlu etkilenmektedirler.


Sonuç olarak karşımıza şu bilgiler çıkıyor (Burada yine kendi yorumumu katıyorum.):
  • Önleyici sınıf yönetimi, eğitim sisteminin her aşamasında hem öğretmeni rahatlatan hem de verilen eğitimin kalitesini arttıran bir unsurdur. Sorunun oluşmasını beklemeden gereken önlemleri alarak en az “sorunlu” sürecin yaşanmasını sağlar.
  • Okul öncesi dönemde kaynaştırma önemlidir. Bu aşamadaki okul öncesi öğretmenlerinin kaynaştırmayla ilgili bilgilerinin arttırılması gerekmektedir.
  • Kaynaştırmada en önemli unsur kaynaştırma sınıfındaki öğretmendir. Bu öğretmenin tutumları ne kadar olumlu ise kaynaştırma o kadar kaliteli olmaktadır. Bu bilgiden yola çıkarak kaynaştırmaya giden çocuğunuzun sınıf öğretmeninin gereken bilgileri aldığından emin olmanız gerekmektedir. Öğretmenler ne kadar bilgililerse, kaynaştırmaya karşı tutumları da bir o kadar olumlu olmaktadır.
  • Hizmetiçi eğitimler, iş başında geri bildirimler önleyici sınıf yönetimini ve olumlu kaynaştırmayı destekleyici nitelikte olmalıdır.

Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.



10 Nisan 2017 Pazartesi

Plastisite nedir? Biz eğitimciler bu teoriden nasıl yararlanırız?



Merhabalar. Geçtiğimiz yazımda bahsettiğim, 31 Mart-2 Nisan 2017 tarihleri arasında Konya’da düzenlenen Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaşacağım ilk yazımla karşınızdayım.
...
Profesör Doktor Dilşad Türkdoğan tarafından verilen “Normal Gelişim ve Plastisite” konusundaki seminer katıldığım ilk seminerdi. Bu seminer sayesinde fark ettim ki özel eğitimin temelindeki kavramlardan biri de “plastisite”.

Peki, plastite nedir? Genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz; sinir hücrelerinin (nöronların) yeniden şekillenmesi ve düzenlenmesi. Halk arasında bilinen nöronların asla yenilenmediği bilgisi bu bilgi ile efsane oluyor. Nöronlar yenilenebildiği gibi bu nöronların aralarındaki bağlar da yeniden düzenlenebiliyor. Beynin sağ ve sol lobları arasındaki bağlantıyı sağlayan yapı bile değişim gösteriyor. Bu bizim gibi özel gereksinimli bireylerle çalışan, onların ebeveynleri olan kişiler için oldukça umut verici bir bilgi. Nedenine gelelim.

Öncelikle şu bilgiyi cebimize koyalım: Bir beceri beynin sadece bir yeri tarafından kontrol edilir bilgisi yanlış. Bu yanlışlık senelerce doğru kabul edilmiş olsa da artık yanlış olduğu bilimsel olarak ortaya konmuş. Örneğin yazı yazma becerisi beynin farklı yerleri tarafından kontrol edilmekte. Diyelim ki birey yazı yazma yetisini yitirdi ya da bu beceriyi edinmesini istiyoruz. Plastisitenin önemi burada devreye giriyor. Beynin hasar gören bir yerini uyarmaktansa beynin “yazı yazma becerisi” ile ilgilenen diğer bir bölümünü uyarmak ve plastisite oluşturmak mümkün. Yani beynin hasar almayan yeri üzerine çalışarak “yazı yazma becerisini” yeniden kazanabilir ya da öğretebiliriz. Burada mühim olan doğru uyaranı vermek.

İşlev kaybı ya da işlev eksikliği olduğunda aynı işlevi yapa yapa hücreler bağlantıları geliştirerek işlevi onarırlar. Bu, gerek beynin hasarlı yerinde gerekse hasar görmeyen yerinde olabilir. Tekrar etmek gerekirse; burada doğru uyaranı tespit etmek oldukça önemli.

Burada 1984 yılında yapılan bir çalışmadan çıkan ve Merzenich Hoca’nın cümlesine atıfta bulunalım: Hani beceriyi çalışırsak, beynin neresini çalıştırırsak beynin o konudaki işlev o kadar ve beynin o bölgesi de o kadar gelişir. Burada öğrenme ilkelerinden “sebat” ve “tekrar” vurgusu dikkatimizi çekiyor.

Plastisiteyi yani beynin yeniden yapılanmasını etkileyen çeşitli faktörler var:
  • Çevreden alınan uyaranlar: Bir kişi durmadan mavi renge maruz kalırsa en kolay mavi rengini öğrenir. Bu uyaranların şiddeti ve zamanı mühimdir.
  • Normal gelişimden gelen bilgiler: Gelişim görevi evlenmek olan birey evlilik üzerinde düşünmeye başlar.
  • Tekrar: Sevdiğimiz bir şiiri defalarca okuduğumuz için artık ezberleriz.
  • Yaş: Yaş arttıkça plastisitenin hızı azalır. Yani 3 yaşındaki bir çocuk ve 60 yaşında bir yetişkin sağ ellerini kullanma yetilerini yitirdiklerinde 3 yaşındaki çocuk doğru uyaranlar sağlandığında sağ elini tekrar kullanmaya daha hızlı başlar.
  • Beynin herhangi bir yerinde bir hasar var ise bu hasarın şiddeti ve zamanı önemlidir.
  • Günlük kullanım: Örneğin okulda bisiklete binme çalışılırken evde bu becerinin hiç çalışılmıyor olması, bisiklete binme ile ilgili beyin bölümünün plastisite gerçekleştirmesi zorlaşacaktır.
  • Araştırma ve keşfetme: İlgilerimiz plastisite olan alanı etkiler. Örneğin otizmli bir çocuk böceklerle ilgilenirken üstün yetenekli bir çocuk uzay mekikleri ile ilgilenir ve bu konuda beyinleri gelişir.

Plastisite özel eğitimde çoğu zaman deneyime bağlı kullanılır. Herhangi bir konuda bir öğrenciye beceri öğretmek istediğimizde beynin o bölümünü uyararak plastisite olmasını sağlarız. Burada önemli olan noktalar şunlar:
  1. Yeterli zamanın ayrılmış olması,
  2. Becerinin kullanıldığında edinilmesi ve kullanılmadığında kaybedilmesi,
  3. Yoğun olarak çalışılması,
  4. Azimle devam edilmesi yani kararlılık,
  5. Yukarıda da vurguladığımız gibi; yaş. Ne kadar erken dönemde uygulanırsa o kadar hızlı sonuç alınır.
  6. Yeterli teşvikin sağlanması,
  7. Yeterli tekrar,
  8. Aktarım yani yaşamın diğer alanlarında da kullanma, bizim kullandığımız ifade ile genelleme,
  9. Özgünlük.
Diğer yetersizlik gruplarından farklı olarak otizmde bazen yanlış bölgelere plastisite oluşturulabilir. Burada eğitimci ve bireyin hayatındaki diğer kişilerin gözlemleri oldukça önemlidir.

Plastisite konusunu günlük yaşantımıza aktarmak, çocuklarımıza uygulamak istersek şu prensipleri elde edebiliriz (Burada benim yorumum devreye giriyor):
  • Herhangi bir konuda kayıp ya da eksiklik varsa bu kaybı ya da eksikliği beynin bağlantılı bölümünü uyararak öğrenebilir ve öğretebiliriz.
  • Kalıcı ve sağlam bir öğrenmenin olmasını istiyorsak sık, yoğun ve kararlı tekrarlar yapmamız gerekir.
  • Kullandığımız beceri bizim becerimizdir, kullanmadığımız beceri ise bize ait değildir. Bireylere hiçbir zaman kullanmayacakları beceriler öğretmek yerine onlar için daha işlevsel olan beceriler öğretilmelidir.
  • Plastisitenin sınırı yoktur. Her beceri için bu prensipten yararlanarak azimle çalışılabilir.


Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.