seminer notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seminer notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2019 Çarşamba

Çalışma Belleği Nedir?

Fotoğraf; Doç. Dr. Bahar BAŞTUĞ'un Belleğin Öyküsü Çalışmasından alınmıştır.


Merhabalar. Bu sıralar sık sık duyduğumuz, birçok akademisyenin bahseder olduğu çalışma belleğini anlatacağım size bu hafta. Peki kaynağım nedir? Doç. Dr. Cevriye ERGÜL'ün 23 Ekim 2019 Perşembe günü ATAUM'da yaptığı, "Öğrenme Güçlüğünü Erken Dönemde Belirlemek Mümkün mü?" başlıklı konferansı. Kendisinden üniversitedeyken Öğrenme Güçlüğü dersi almıştım ve hâlâ o bilgileri, hocamın alan yazına kazandırdığı yeni bilgileri ekleyerek kullanmaktayım. Karşılıklı büyümek, gelişmek ve gelişen bir hocanın öğrencisi olmak öyle değerli ki, buradan hocama selam olsun!
.
Çalışma belleği; bir bellek sistemdir. Öğrenmenin temelinde var olan öğrenme yaşantılarının (bilgiyi tutuma, işleme, geri çağırma gibi.) gerçekleştiği yerdir. Çalışma belleği dikkati toparlayan, dikkatimizi yönlendirdiğimiz "şeyi" belirleyen bir merkezdir. Cevriye Hoca'm çalışma belleğini çalışma masasına benzetti. Bu benzetme çok hoş. Kısa süreli ya da  uzun süreli bellekten bilgileri alıp yeni gelen bilgileri işleyen, bağ kuran, anlamlandıran, bilgilerin öğrenimini sağlayan işlerin görüldüğü bir masa!

Hadi şimdi çalışma belleğinin özelliklerine bir bakalım:
  • Çalışma belleğinin kapasitesi, nasıl ve ne kadar öğrenileceğini belirleyen önemli bir değişkendir.
  • Çalışma belleği bilgileri tutar ve işler. Bu sırada oluşan aksaklıklar öğrenmenin yanlış, eksik ya da hiç olmamasına sebep olabilir. 
  • Sınırlı bir kapasitesi vardır. Tuttuğu bilgi arttıkça işlem kapasitesi azalır. Burada, çalışma belleğini bir pasta olarak görürsek dilimleri doğru ayırmak gerekmektedir.
  • Çalışma belleğinin kapasitesinin, doğuştan getirilen belirli bir aralığı vardır. Bu ranjın içerisinde maksimumu gerçekleştirmek mümkündür, bu da çeşitli prensiplerle sağlanmaktadır. (Bu konuda "Nasıl geliştirebiliriz?" sorusunu sormaya hazırlanırken, seminer sırasında başka bir arkadaş benden önce sorumu sordu, kendi kendime bu hoş tesadüfü sevdim. Çalışma belleğini geliştirmek için Cevriye Hoca'm kısaca bilgi verdi. Aldığım notlara biraz da makale taraması ekleyip sizinle haftaya paylaşmaya çalışacağım.)
  • Çalışma belleği aynı zamanda bir problemle karşılaştığımızda, çözmek için strateji seçerken kullandığımız yerdir. Stratejiyi seçer ve kullanır.
  • Kısa ve uzun süreli belleğin arasındaki bir köprü gibi çalışır. Bilgileri hem tutar hem de işler. Bu özelliği ile kısa ve uzun süreli bellekten ayrılır, çünkü kısa ve uzun süreli bellekler bilgiyi sadece tutar, işlemez. Çalışma belleği ile bilgileri işleyen alandır.Çalışma belleğinin üzerinde çalıştığı bilgi işlenirken dikkatin sürekli olması çok önemlidir. Dikkat dağıldığında işlem bölünebilir ya da bilgi tamamen kaybolabilir.
  • Üç bileşenli bir yapısı vardır: Fonolojik döngü, görsel-mekansal kayıt defteri, merkezi yönetici.
    • Merkezi yönetici, fonolojik döngüyü ve görsel-mekansal kayıt defterini kontrol eden ana mekanizmadır.
    • Birbirinden ayrı ancak birlikte hareket eden, birbiriyle uyum bir sistemi oluştururlar.
    • Fonolojik döngü, bir bilgiyi alıp işlemlediğimiz ve bunu ifade ettiğimiz döngüyü oluşturur.
    • Görsel-mekansal kayıt defteri ise sunulan bilgileri tutar. Örneğin sınavda sorulan sorunun cevabının not kağıtlarında nerede olduğunu hatırlamaya çalıştığımızda burayı kullanırız.
Cevriye Hoca'm son olarak bir de çalışma belleğinin öneminden bahsetti. Ben de şu şekilde maddeleştirmek istedim:
  1. Çalışma belleği, öğrenmeyi, IQ'dan daha yüksek düzeyde yordamaktadır. Yani erken dönemde uygulanamayan zeka testlerinin yerine çalışma belleğinin performansının ortaya konması ile ilerleyen dönemlerdeki öğrenme yaşantıları hakkında öngörü sahibi olabilmekteyiz. Bu, bence en önemli nokta.
    1. Çalışma belleği nasıl değerlendirilir?
      1. Bilginin pasif olarak saklanmasını gerektiren bellek aralığı görevleri verilerek fonolojik döngüyü ve görsel-mekansal kayıt defterini değerlendirebiliriz. (Bellek aralığı; ardışık olarak verilen bilgilerin birey tarafından doğru hatırlanabilen maksimum miktardır.)
      2. Fonolojik döngü harf, sayı gibi bilgilerin sıra ile sunularak akılda tutulmasının değerlendirilmesi ile değerlendirilebilir.
      3. Görsel-mekansal kayıt defteri ise çeşitli bilgilerin mekansal konumlarının hatırlanmasının değerlendirilmesi ile değerlendirilebilir.
      4. Çalışma Belleği Testi adı altında bu belleğin değerlendirildiği bir ölçeğimiz artık var. Uygulayıcısı olan uzmanlardan bu testi talep edebilirsiniz, ben de en kısa zamanda uygulayıcısı olacağım, umarım.
  2. Çalışma belleği öğrenmenin neredeyse bütün aşamalarında kullanıldığı için öğrenme açısından kilit öneme sahiptir. Bu nedenle çalışma belleğinin kapasitesi; öğrenme düzeyini ve bilişsel becerilerdeki potansiyelini öngörmek için önemli bir değişkendir.
  3. Dl gelişimi, okuma, okuduğunu anlama, yazma ve matematik becerilerindeki başarı ile çalışma belleğinin performansı ilişkili olduğu, birçok çalışma ile ortaya konmuştur.
  4. Dil ve konuşma becerileri ile akademik becerilerde sınırlılık yaşan bireylerin çalışma belleğini etkin kullanmakta zorlandıkları görülmüştür. Çalışma belleğinin kapasitesinin arttırılması ile bu sınırlılıklara müdahale edilebilir.
  5. Erken dönemde belirlenen çalışma belleği performansı ile ilerleyen dönemlerde oluşabilecek okuma güçlükleri öngörülebilmektedir.
Çalışma belleği hakkında, bu seminerde ne öğrendiysem sizlerle paylaşmaya çalıştım. Bana ilham veren, birçok materyali aklıma getiren değerli bir seminer oldu. Umarım notlarım da sizde aynı etkiyi yaratmıştır.
Haftaya görüşmek üzere.

9 Nisan 2018 Pazartesi

Özel Eğitim Alanında Çalışan Öğretmenlerin Mesleki Gelişimleri

Güzel bir haftadan herkese merhabalar. Nisan ne kadar da güzel geldi dünyamıza değil mi? Hepimize neşe ve hareket getirdi. İyi ki geldi!
Bu haftaki konum birkaç yazımı birden atlayarak öne geçen bir konu. Geçtiğimiz pazartesi günü Otizm Farkındalık Günü olması sebebiyle Ankara Üniversitesi Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin organize ettiği ve Prof. Dr. Elif Tekin İFTAR hocamızın sunumunu yaptığı bir seminer oldu. Özel eğitim alanında çalışan öğretmenlere bir ışık tuttu Elif Hoca. Hem de gözlerimizi alan bir ışık. O kadar önemli notlar aldım ki bu seminerde, hâlâ etkisinde olabilirim! Hem kendimi hem de okulumuzu sorguladığım değerli bir seminer oldu bence. O seminerden neler öğrendimse sizlerle paylaşmak istedim hemen.

Bilimsel Dayanaklı Uygulamalar

Bilimsel dayanaklı uygulamalar denilince aklınıza yapılan bilimsel çalışmalar gelmesin. Her bilimsel çalışma bilimsel dayanaklı değil. Bu uygulamaların üç aşaması var ve bilimsel çalışmalar bu aşamalara uygun olduğunda bilimsel dayanaklı olarak kabul ediliyor. En güçlü dayanak, klinik deneyim ve hastanın hangi yöntemi tercih ettiği; bu üç süreç.
Bizim okulumuzda da uyguladığımız ve "bilimsel dayanaklı" dediğimiz yöntem ve programların aslında sadece "bilimsel" olduğunu öğrendik. Bilimsel dayanaklı olması ise farklı bir durum. Bilimsel olup da bilimsel dayanaklı olmayan birçok uygulama var: Duyu bütünleme, tüm dil okuma öğretimi, kolaylaştırılmış iletişim, ses bütünleştirme eğitimi, beyin jimnastiği, DIR/Floortime... Bunlar bilimsel dayanakları yeterince gelişmemiş olan ancak popüler olan uygulamalar. Uygulanması tabi yanlış değil ancak "bilimsel dayanaklı" demek için erken. Bu cebimizde olması gereken bir bilgi.


Okullarda bilimsel dayanaklı uygulamaların uygulanması ne düzeyde?

  • Kanıtlanmamış ve sözde bilimsel uygulamalar tercih ediliyor.
  • Önce inanış sonra bilim geliyorsa "sözde bilim"dir. Sözde bilim uygulamaları oldukça fazla kullanılıyor.
  • Okul yönetimleri bilimsel dayanaklı uygulamaları teşvik etmiyor.
  • Öğretmenler ise durumdan haberdar değil!
Öğretmenlerin bilimsel dayanaklı uygulamaları kullanmama nedenleri nelerdir?
  • Öğretmenler bu uygulamaları kullanacak düzeyde eğitim almadıklarını düşünüyorlar.
  • Öğretmenler kaynaştırma eğitimine ilişkin yeterince bilgi almadıklarını düşünüyorlar.
  • Sınıf öğretmenleri kaynaştırma eğitimi destekliyorlar ancak bu konuda kaygılı ve endişeliler.
  • Çoğu ülkede sınıf öğretmenleri kaynaştırma hakkında bir ders almaktalar ancak bu dersler yeterli işlevsellikte değil. Bizim ülkemiz de bunlardan biri.
  • Öğretmenler makale okumamakta ve makale okumayı bilmemektedirler.
  • Öğretmenler herhangi bir bilimsel yayına üye değiller, takip etmiyorlar.
  • Öğretmenler bilimsel gelişmelerden haberdar değillerdir.
  • Öğretmenler seminer ve konferanslarda etkili olmayan yöntemlerin etkili gibi tanıtıldığı bilgiler almaktalar ve bunu fark etmemekteler.
  • Sınıf öğretmenleri, özel eğitim öğretmenlerinin temel becerilerini sergilemekte zorlanmaktadırlar. (Göz kontağını sağlama, dilini yapılandırma gibi.)
Bilimsel dayanaklı uygulamaların kullanılmamasının sonuçları nelerdir?
  • İşte burada en çarpıcı bilgi söz konusu. Bir öğretmen günde sadece yirmi dakika etkililiği kanıtlanmamış bir uygulamayı sınıfına taşırsa, bir öğrencinin eğitim öğretim hayatı boyunca 2 yılı boşa gitmiş oluyor! Bu çok çarpıcı bir tespit değil mi? Bizim çocuklarımızın vakti bu kadar değerliyken hem de!
  • Ülkenin para ve iş gücü harcaması tasarruflu olarak kullanılmamış oluyor.
  • Öğretmenler işe yaramayan uygulamalar sonrası başarısızlık hissi ile mesleki tatminden uzaklaşmaktalar.
Peki, öğretmenler kendilerini mesleki anlamda geliştirmek için neler yapmalılar?
Açıkçası bir hevesle dinlediğim seminer oldukça güzel geçse de bu konuda net ve birçok öneri alamadım. Seminer boyunca üstü kapalı öneriler geçidi oldu, orası ayrı! Ancak içerisinden çıkardığım önerileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
  • Öğretmenler seminerlere vs katılırken bu bilgilerin bilimsel dayanaklı olup olmamasını sorgulamalıdırlar. Sorgulamalarının sonucunda bu bilgileri kabul etmelidirler.
  • Araştırmaları öğretmenler takip etmelidirler. Dergiler, portallar bu konuda yardımcı olacaktır.
  • Hizmet içi eğitimlerden alınan yüzeysel bilgileri öğretmenler sorgulamalı ve derslerine nasıl adapte edebileceklerini meslek arkadaşlarıyla tartışarak bulmalılar ve uygulamalıdırlar.
  • ADS Toddler Initiative, ADEPT, AFIRM, AIM, LearningABA, START Project gibi yabancı programlar internet üzerinden mesleki gelişime yardımcı olabilmektedirler. Ülkemizde ise Tohum Otizm Vakfı'nın hazırladığı Tohum Otizm Vakfı Eğitim Portalı kullanılabilir.
  • Bu portallar sayesinde bilimsel dayanaklı uygulamalar takip edilebilir ve öğrenilebilir.
  • Yapılan çalışmalar; seminer, hizmet içi eğitim, konferans gibi uygulamalardansa bu gibi uygulamaların daha geçerli olduğunu göstermiştir.

Yani temel olarak öğretmen ne kadar iyiyse çocuk ve aile de o kadar iyidir. Bu nedenle okulumuzda biz, her seminere katılır ve bu bilgileri okulumuzda uygulamaya başlarız. Uygulamaya geçmeyen bilgi ise makalelerde uyumaya mahkumdur, biz o bilgileri uyandırma hedefiyle hareket ediyoruz. Diğer bütün öğretmenlerin ve okulların da bu şekilde hareket etmesini temenni ediyoruz. Bu yazı da Elif Hoca başta olmak üzere bunu amaç edinen herkesi destekleyen bir temenni yazısı oldu bence.
Soru ve görüşlerinizi seve seve bekliyorum. Umarım hepimiz için yararlı bir yazı olmuştur. Haftaya görüşmek üzere.

19 Mart 2018 Pazartesi

Özel Gereksinimli Çocuklar ve Babaları



Güzel bir hafta başladı, ilk günü geride bıraktık bile. Geçtiğimiz günlerde Instagram'da konuşup kararlaştırdığımız gibi, geçen perşembe katıldığımız "Otizmli Çocuklar ve Babaları" konulu seminerden edindiğim bilgi ve fikirleri sizinle paylaşacağım bu yazımda. Uzmanlara fikir vermek, ailelere ise öğretmenler odasında neler konuşuluyor tüyoları vermek için keyifli bir yazı olacağını düşünüyorum. Hadi başlayalım.

Seminerdeki babalardan edindiğim bilgiler

  • Genel olarak üç babanın üçü de erkek çocukların geç konuştuğu tabusuna takılmışlar. Bu nedenle tanı almadan önce, hastaneye gitmeden önce biraz vakit kaybetmişler.
  • Babalar genellikle doktorlara güvenmiyorlar. Birkaç uzmandan alınan bilgiler karşılaştırılıyor, kendi bilgilerinin süzgecinden geçiyor ve sonrasında bu bilgilere inanılıyor. Bir doktordan ya da uzmandan bilgi ailelerimize yetmiyor. Bu bilgi biz uzmanlar için oldukça önemli.
  • Çoğu baba, çocuklarının durumları ile ilgili bilgiyi internetten ve bilimsel kaynaklardan alıyorlar. İlk etapta başvurulan kaynak maalesef internet!
  • Kabullenme süreci için "altı ayda kabulleniliyor" gibi bir tabir kullanıldı. Aileler tarih belirlemek, bir sürece bağlı kalmak gibi çeşitli savunma mekanizmaları kullanmaktalar. Bu durum, seminerde de kendini gösterdi. Babalar arasında, altı ayda alışma gibi bir fikir söz konusu oldu.
  • Seminerdeki babalar sadece yaşadıkları sorunlardan bahsettiler. Oldukça karamsar bir seminer oldu maalesef. Bu sorunları, farkındalık oluşması açısından sizlerle de paylaşmak istiyorum. Sorunlar ise şu şekilde sıralanabilir:
    • Sosyal izolasyon: İnsanların etraflarından azaldığını, akrabalarının dahi artık görüşmekten kaçındığını bütün babalar vurguladı.
    • Uzmanlara ulaşım: Hastanelerden randevu alınamadığını, meşhur olarak bahsedilen uzmanlardan ücretler ve zaman azlığı sebebiyle randevu alınamadığını vurguladılar.
    • "Maliyetli hastalık": Otizmi bir hastalık olarak gören aileler maaliyetli olduğu ve atılan her adımın büyük meblağlarda para gerektirdiğini söylediler.
    • Sosyal çevrede yaşanan sorunlar: AVM'lerde insanların bakışları, tacizler, herkesin bir fikrinin olması gibi sebeplerle evden çıktıkları her ortamda sorunlar yaşadıklarını söylediler.
    • Kreş bulmada güçlük: Seminerde kreşlerle ilgili ilginç bir tespit ortaya kondu. Şikayet gelen kreşte çocuklarının diğer çocuklarla aynı ortamda olduğundan emin oluyormuş aileler. Şikayet gelmeyen kreşte çocuklarının farklı bir ortamda "tutulduğu" fikri olduğundan kreşe güvenmiyorlar. Bu bence çok ilginç bir tespit. Aileler nelere dikkat ediyorlar, değil  mi? İyi ki varlar.
    • Toplumun yardımcı olmaması: Yukarıda bahsettiğim sosyal izolasyon ve sosyal çevrede yaşanan sorunlar aslında toplumun yardımcı olmasıyla hallolabilecek problemler. Ancak toplum bu konuda bilgili ve farkındalığı olan bir tutum içinde değil. Bu da aileler için en büyük problem.
    • Çocuklarının onlar olmadan devam edemeyeceği korkusu her ailede söz konusu. Bu seminerde de bu konu konuşuldu.
    • Kaynaştırma sürecinde yaşanan sorunlar: Çocukları okul kabul etse bile hep bireysel eğitim almış olan çocuklar grupta zorlanıyorlar.
    • Yorgunluk: Babalar, ailelerin yorgun olduklarını ve bu yorgunluk için yardım almak istedikleri vurgusunu yaptılar.
  • Gelen bir soruda iyi bir öğretmen nasıl olmalı sorusuna babalar şu cevapları verdiler:
    • Özel gereksinimli çocuklara pozitif ayrımcılık yapılsın.
    • Öğretmenler güncel uygulamaları takip etsin.
    • Üniversitelerde yapılan çalışmalar öğretmenler kanalıyla ailelere yansısın.
    • Öğretmenler derslerde telefona ve saate bakmasınlar. Dakika sayıyormuş duygusu aileleri rahatsız ediyor.
    • Öğretmenler özel gereksinimli çocukları ve mesleklerini sevmiyorlarsa bu işi yapmasınlar.
    • Öğretmenler çocukları daha iyi tanısın.
    • Öğretmenler derslerden önce hazır olmalılar.
    • Öğretmenler işlerine saygı duymalılar.
    • Öğretmenler daha tatlı dilli olmalılar.
    • (Biz bu önerileri not aldık, okulda bir bir konuşup kendi sistemimizi gözden geçireceğiz. Diğer okullara da bunu öneriyorum. Bu yazıyı bu amaçla hazırlıyorum.)
  • Bu "sıkıntı"ların çok vurgulanması üzerine söz aldım ve "Hiç mi güzel yanı yok? Size otizm bir şeyler katmış olmalı." diye sordum. Ancak babalar ve seminerin moderatörü "otizm sadece bir sıkıntı" diyerek benim soruma net bir cevap verdiler. (Bu konuya yeniden döneceğim.) Aldığım yanıtlar ise şöyle oldu:
    • Samimi dostluklar edindiklerini söylediler.
    • Vakitlerini dolu dolu yaşamayı öğrendikleri konusunda hemfikir oldular.
    • Sabretmeyi öğrendiklerini söylediler. Diğer insanlara göre daha sabırlı olduklarını düşünüyorlar.

Seminerdeki babaların sunumlarına dair görüşlerim

Babaların bu denli karamsar olduğunu görmek beni büyük bir sarsıntıya uğrattı. Gün boyu bu seminerin etkisi ile düşünüp durdum. Sonrasında kendi velilerimle konuştuğumda rahatladım. Üç babanın üçünün de sunduğu kadar olumsuz bakmıyor aileler.
Babaların bu karamsarlıklarına rağmen süreç içerisinde söz sahibi olmaları, çabalamaları ve öğrenme istekleri beni çok mutlu etti. Bütün uzmanların aynı fikirde olduğunu düşündüğüm bir fikrim var; babalar genellikle sürecin dışında kalıyor. Seminere katılan üç babanın bu katılımı ve samimiyeti beni çok mutlu etti.

Özel gereksinimli çocukların babalarına dair bilimsel veriler
  • Yapılan çalışmalar babaların genellikle inkar aşamasından ileriye geçmekte annelere göre daha çok zorlandıklarını göstermekte.
  • Çoğu çocuk derslere, okula ya da sosyal etkinliklere anneleri eşlik etmekte; babalar dışarıda kalmakta.
  • Babalar, çocuklarını annelerden daha az ve yanlış tanımaktalar.
  • Özel gereksinimli çocuklara davranışlarında anneler daha kontrollü ve bilgiliyken; babalar daha fevri olabiliyorlar.

Özel gereksinimli çocukların babalarına öneriler
  • Süreçle ilgili bilgi sahibi olmak, sürece dahil olmanın ilk adımı.
  • Zaten yorulan annelere "yardımcı ebeveyn" olarak katılmak değil bir ebeveyn olarak katılmak daha doğru.
  • Sadece maddi bir destek olarak değil, manevi bir destek olarak da çocuklarımızın yanında olmalıyız.
  • Özellikle erkek çocuklarla özbakım, günlük yaşam, toplumsal uyum gibi beceriler çalışılırken babaların model olması oldukça önemli. Babaların bu konuda istekli ve ilgili olması herkes için çok güzel bir avantaj.
Bu seminerde "Hadi Oyuna" projesi tanıtıldı. Kesinlikle keyifli ve anlamlı bir proje. Ben buradan naçizane birkaç öneride bulunmak istiyorum. Moderatör arkadaşın karamsar cümleleri ve otizmi bir hastalık olarak nitelemesi oldukça yanlıştı. Ben bir özel eğitimci olarak diğer misyonumuzun ailelere anlamlı umutlar vermek olduğunu düşünürüm. Böyle projelere imza atan kişilerin "Otizm bir sıkıntı.", "Çekilecek dert değil." gibi ifadelerle bir seminerde bulunması beni çok kaygılandırdı. Projedeki hassas tavrı ve güzel fikri oldukça değerli olan bu kişinin böylesi bir hata yapması beni üzdüğü için buradan naçizane farklı bir yol göstermek istiyorum. Umarım o arkadaş görebilir ve bu fikrimi düşünüp haklı olduğumu görebilir.

Hadi Oyuna projesine geçeyim. Otizmli çocuklarla, gönüllü ablalar ve abiler haftanın belirli günlerinde oyunlar oynuyor. Herkes gönüllü. Bu projeye birçok şehirden birçok gönüllü ve otizmli aile katılmış durumda. Birçok seminerler düzenleniyor bu konuda. Fikir almak için sosyal paylaşım sitelerinden kendi hesaplarından takip edebilirsiniz.

Uzmanların daha çok işine yaraması ve fikir vermesi amacıyla hazırladım bu yazımı. Umarım amacıma ulaşabilmişimdir. Soru, görüş ve önerileriniz için şimdiden teşekkürler. Görüşmek üzere.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Plastisite nedir? Biz eğitimciler bu teoriden nasıl yararlanırız?



Merhabalar. Geçtiğimiz yazımda bahsettiğim, 31 Mart-2 Nisan 2017 tarihleri arasında Konya’da düzenlenen Gelişim Yetersizliği Sempozyumu süresince edindiğim bilgileri paylaşacağım ilk yazımla karşınızdayım.
...
Profesör Doktor Dilşad Türkdoğan tarafından verilen “Normal Gelişim ve Plastisite” konusundaki seminer katıldığım ilk seminerdi. Bu seminer sayesinde fark ettim ki özel eğitimin temelindeki kavramlardan biri de “plastisite”.

Peki, plastite nedir? Genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz; sinir hücrelerinin (nöronların) yeniden şekillenmesi ve düzenlenmesi. Halk arasında bilinen nöronların asla yenilenmediği bilgisi bu bilgi ile efsane oluyor. Nöronlar yenilenebildiği gibi bu nöronların aralarındaki bağlar da yeniden düzenlenebiliyor. Beynin sağ ve sol lobları arasındaki bağlantıyı sağlayan yapı bile değişim gösteriyor. Bu bizim gibi özel gereksinimli bireylerle çalışan, onların ebeveynleri olan kişiler için oldukça umut verici bir bilgi. Nedenine gelelim.

Öncelikle şu bilgiyi cebimize koyalım: Bir beceri beynin sadece bir yeri tarafından kontrol edilir bilgisi yanlış. Bu yanlışlık senelerce doğru kabul edilmiş olsa da artık yanlış olduğu bilimsel olarak ortaya konmuş. Örneğin yazı yazma becerisi beynin farklı yerleri tarafından kontrol edilmekte. Diyelim ki birey yazı yazma yetisini yitirdi ya da bu beceriyi edinmesini istiyoruz. Plastisitenin önemi burada devreye giriyor. Beynin hasar gören bir yerini uyarmaktansa beynin “yazı yazma becerisi” ile ilgilenen diğer bir bölümünü uyarmak ve plastisite oluşturmak mümkün. Yani beynin hasar almayan yeri üzerine çalışarak “yazı yazma becerisini” yeniden kazanabilir ya da öğretebiliriz. Burada mühim olan doğru uyaranı vermek.

İşlev kaybı ya da işlev eksikliği olduğunda aynı işlevi yapa yapa hücreler bağlantıları geliştirerek işlevi onarırlar. Bu, gerek beynin hasarlı yerinde gerekse hasar görmeyen yerinde olabilir. Tekrar etmek gerekirse; burada doğru uyaranı tespit etmek oldukça önemli.

Burada 1984 yılında yapılan bir çalışmadan çıkan ve Merzenich Hoca’nın cümlesine atıfta bulunalım: Hani beceriyi çalışırsak, beynin neresini çalıştırırsak beynin o konudaki işlev o kadar ve beynin o bölgesi de o kadar gelişir. Burada öğrenme ilkelerinden “sebat” ve “tekrar” vurgusu dikkatimizi çekiyor.

Plastisiteyi yani beynin yeniden yapılanmasını etkileyen çeşitli faktörler var:
  • Çevreden alınan uyaranlar: Bir kişi durmadan mavi renge maruz kalırsa en kolay mavi rengini öğrenir. Bu uyaranların şiddeti ve zamanı mühimdir.
  • Normal gelişimden gelen bilgiler: Gelişim görevi evlenmek olan birey evlilik üzerinde düşünmeye başlar.
  • Tekrar: Sevdiğimiz bir şiiri defalarca okuduğumuz için artık ezberleriz.
  • Yaş: Yaş arttıkça plastisitenin hızı azalır. Yani 3 yaşındaki bir çocuk ve 60 yaşında bir yetişkin sağ ellerini kullanma yetilerini yitirdiklerinde 3 yaşındaki çocuk doğru uyaranlar sağlandığında sağ elini tekrar kullanmaya daha hızlı başlar.
  • Beynin herhangi bir yerinde bir hasar var ise bu hasarın şiddeti ve zamanı önemlidir.
  • Günlük kullanım: Örneğin okulda bisiklete binme çalışılırken evde bu becerinin hiç çalışılmıyor olması, bisiklete binme ile ilgili beyin bölümünün plastisite gerçekleştirmesi zorlaşacaktır.
  • Araştırma ve keşfetme: İlgilerimiz plastisite olan alanı etkiler. Örneğin otizmli bir çocuk böceklerle ilgilenirken üstün yetenekli bir çocuk uzay mekikleri ile ilgilenir ve bu konuda beyinleri gelişir.

Plastisite özel eğitimde çoğu zaman deneyime bağlı kullanılır. Herhangi bir konuda bir öğrenciye beceri öğretmek istediğimizde beynin o bölümünü uyararak plastisite olmasını sağlarız. Burada önemli olan noktalar şunlar:
  1. Yeterli zamanın ayrılmış olması,
  2. Becerinin kullanıldığında edinilmesi ve kullanılmadığında kaybedilmesi,
  3. Yoğun olarak çalışılması,
  4. Azimle devam edilmesi yani kararlılık,
  5. Yukarıda da vurguladığımız gibi; yaş. Ne kadar erken dönemde uygulanırsa o kadar hızlı sonuç alınır.
  6. Yeterli teşvikin sağlanması,
  7. Yeterli tekrar,
  8. Aktarım yani yaşamın diğer alanlarında da kullanma, bizim kullandığımız ifade ile genelleme,
  9. Özgünlük.
Diğer yetersizlik gruplarından farklı olarak otizmde bazen yanlış bölgelere plastisite oluşturulabilir. Burada eğitimci ve bireyin hayatındaki diğer kişilerin gözlemleri oldukça önemlidir.

Plastisite konusunu günlük yaşantımıza aktarmak, çocuklarımıza uygulamak istersek şu prensipleri elde edebiliriz (Burada benim yorumum devreye giriyor):
  • Herhangi bir konuda kayıp ya da eksiklik varsa bu kaybı ya da eksikliği beynin bağlantılı bölümünü uyararak öğrenebilir ve öğretebiliriz.
  • Kalıcı ve sağlam bir öğrenmenin olmasını istiyorsak sık, yoğun ve kararlı tekrarlar yapmamız gerekir.
  • Kullandığımız beceri bizim becerimizdir, kullanmadığımız beceri ise bize ait değildir. Bireylere hiçbir zaman kullanmayacakları beceriler öğretmek yerine onlar için daha işlevsel olan beceriler öğretilmelidir.
  • Plastisitenin sınırı yoktur. Her beceri için bu prensipten yararlanarak azimle çalışılabilir.


Umarım sizler için anlamlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Soru, öneri ve görüşlerinizi her zaman bekliyorum. Şimdiden kolaylıklar. Sevgiler.