özel eğitim öğretmeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özel eğitim öğretmeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Problem Davranış mı Davranış Problemi mi?

Yepyeni bir haftadan merhabalar. Bu hafta üzerinde senelerdir bilgi sahibi olduğum ancak velilerime, diğer uzman arkadaşlara anlatırken zorlandığım bir konuyu kısaca özetlemeye çalışacağım. Hatta birkaç cümle ile özetleyeceğim, o derece kısa bir yazı olacak bu.
...
Sıklıkla problem davranışları davranış problemi gibi algılayan veliler, davranış problemini problem davranış olarak algılayan öğretmenler ile karşılaşıyorum. Bazen ben de çocuğum ile öyle ileri düzeyde sempati yaşıyorum ki bu ayrımı yapamaz oluyorum. Bu yazımda ikisi arasındaki farkı anlatacağım.
...
Problem davranış, birey tarafından kasıtlı şekilde yapılan, bireyin ve çevresindekilerin öğrenme yaşantılarını ve vücut bütünlüklerini, güvenliklerini, sağlıklarını tehdit eden davranışların tamamıdır. Bu tanım herhangi bir kitaptan alınan bir tanım değil, benim tanımım.
Problem davranış konusu; özel eğitim alanında çalışan, temel davranış değiştirme prensiplerini bilen bütün uzmanların çalışabileceği, müdahale edebileceği bir alan. Hele ki bu uzman Uygulamalı Davranış Analizi biliyorsa harika!

Peki ya davranış problemi?
Davranış problemini seneler önce PDR bölümünden Prof. Dr. Emine Gül Kapçı hocam kısaca şöyle anlatmıştı derste: "Kasıtlı olmayacak, birey farkında olmadan yapacak. Davranış problemini problem davranıştan ayıran, bizim işimiz haline getiren temel nokta budur." Hâlâ notlarımda bu yazı durur.
Davranış problemi alanı, deneyimlerimle ve literatürde yaptığım taramalarla gördüm ki biz öğretmenlerin/özel eğitim alanında çalışan uzmanların müdahale edebileceği bir alan değil. Sıklıkla psikolojik destek ya da ilaç desteği ile davranış problemlerine müdahale edilmesi gerekiyor. 

Kısaca, çocuğunuzda problem davranış varsa özel eğitim öğretmeninizden, çocuk gelişimcinizden yardım isteyebilirsiniz; ancak söz konusu davranış, davranış problemi ise burada bir psikiyatrdan ya da bu alanda çalışan uzman doktorlardan yardım almalısınız.

Peki bu yazı neden?
Bu yazı, davranış problemini problem davranış olarak görmeye çabalayıp, müdahale etmeye çalışırken kendini yetersiz hisseden bütün uzman kardeşlerime. Arkadaşlar, bazı şeyler bizim alanımız dışında kalıyor, konsültasyon bu noktada devreye giriyor. Hepsi bu. Nefes al ve yönlendir.

Haftaya görüşmek üzere.

12 Kasım 2018 Pazartesi

Özel Eğitim Öğretmeni Adaylarına İpuçları




Merhabalar. Hızla devam eden bir dönemin neredeyse ortasındayız. Keyifle ara tatile doğru ilerlerken, bu dönemin sonunda mezun olacak ya da bir dönemi daha kalmış olacak özel eğitim öğretmeni adayı arkadaşlarımdan aldığım mesajlar ile bu haftaki yazımı şekillendirmek istiyorum.
Yoğun olarak gelen soruları 10 soruluk bir soru cevaba dönüştürdüm, şimdiden iyi okumalar diliyorum. Umarım öğretmen adaylarımıza ilham olabilirim.


Ve sen bana mesleği için heyecanla sorular soran meslek kardeşim, sana gönderdiğim bu linki okuduğunda umarım doğru adımlar atmanı sağlamış olurum.


  • Özel eğitim öğretmeni olarak nerelerde çalışabilirim? (En fazla soruyu bu soru oluşturuyor.)
Özel eğitim öğretmenleri devlete atanarak özel eğitim uygulama merkezlerinde, kaynaştırma okullarındaki özel alt sınıflarda, rehberlik ve araştırma merkezlerinde, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, özel eğitim kreşlerinde, özel eğitim uygulaması olan özel okullarda, hastanelerde, danışmanlık merkezlerinde, üniversitelerin ilgili kliniklerinde ve kendi bürolarında çalışabilirler. Daha birçok alan söz konusu.
İş imkanlarımızı böyle yazınca çok görülebilir ancak çoğu mezun devlete atanmayı tercih etmekte. Ben bunun yerine rehabilitasyon merkezlerini öneriyorum. Kendim burada çalışıyorum diye değil. Eğer sizi anlayan ve kendinizi gerçekleştirmenize izin veren bir kurumda çalışırsanız mesleki deneyim ve tatmin konusunda en ideal yer bu merkezlerdir.
  • Mesleğinizi yaparken en çok zorlandığınız nokta ne oldu?
Burada biz özel eğitim öğretmenlerinin karşısına çıkan en büyük engel; teorik bilgiyi hayata geçirmek. Bu, hayata geçiş sırasında çalıştığınız yerin size destek olması, bürokratik süreçler ve ailelerin yeni bilgiye açık olmaması büyük engeller oluyor. Deneyiminiz arttıkça bunlarla mücadele edebiliyorsunuz ancak deneyim edinene dek çok fazla yorulabiliyorsunuz.
Cevabımın "çocuklarımın tanıları" olmasını bekleyen bir kesim var ancak çocuklarımızı tanılarından ibaret görmemeye çalışan bir felsefeden geliyorum ben. Bu nedenle de çocuklarımın var olan durumları asla zorlayıcı bir durum olmuyor çalışma hayatımda. Beni zorlayan ailelerin yeni bilgiye kapalı olması ve gereksiz bürokratik işlemler.
  • Bu mesleği neden seçtiniz?
Röportajlarımda da söylediğim gibi, liseden mezun olduğumda Rehber Öğretmen olmak istiyordum. Ancak kazanamayacağımı fark edince Zihinsel Engelliler Öğretmenliği Bölümü'nü okuyup çift anadal yaparak bu mesleğe kavuşabileceğimi söylemişti Rehber Öğretmenimiz Özgül Bülbül (Kendisine buradan saygılar sunuyorum.). Ben de bu bilgi ile onuncu tercih olarak Ankara Üniversitesi Zihinsel Engelliler Öğretmenliği Bölümü'nü yazdım ve kazandım. Dört yıllık süre içerisinde çift anadalımı da yaptım, evet, ancak mezuniyet sonrası kendimi hep özel eğitimci olarak gördüm. Çok keyif aldım ve çocuklarımdan kopamadım. Lisedeki Nihan'a, bu mesleği yapıp yapamayacağını sorsalar "Yapamam!" derdi ancak aldığım eğitimle kendimi daha iyi tanıyarak "İyi ki bu bölümdeyim!" dedim. İyi ki.
  • Sizce bir insan en fazla ne kadar süre boyunca bu mesleği yapabilir?
Mesleğin süresi olmaz bence. Sağlığınız el verdikçe bu mesleğe devam edebilirsiniz, neden olmasın?
  • Yüksek lisansa ne zaman başlamalıyım?
Ben mezun olduktan üç yıl sonra başladım ancak geç kaldığım görüşündeyim. Bir sene sonra başlamak daha doğru. Neden mezun olur olmaz başlamak doğru değil diye sorarsanız, geçtiğimiz pazar günü Prof. Dr. İbrahim Halil Diken'in eğitimi arasında yaptığımız sohbette o da alanda biraz kendimizi görmemizi ve ihtiyaçlarımızı, ilgilerimizi anlamamızı önerdi. Ben de aynı fikirdeyim. Bir yıl içerisinde, hangisi daha eğlenceli ve sizi iyi hissettiren alan anlayarak, bir yıl sonra ona göre başlamak en doğru hareket olacaktır. Ama üç yıl da akademik ortamdan uzaklaşmak adına biraz fazla, bu nedenle 1'den az 3'ten fazla beklenmese iyi olur diyebilirim.
  • İş arıyorum, kriterlerim ne olmalı?
Kriterlerimiz net: Bilimsel bilgiye odaklanmış, çalışma arkadaşlarına değer veren, öğretmenleri parayla tutulmuş çocuk bekçisi olarak görmeyen, seminer/kongre vs katılımlarına sıcak bakan, çocukların ilerleyeceklerine olan inançları tam olan ve alandan kişilerce yönetilen her kurum çalışılabilir kurumdur. Farkındaysanız kurumsal, maaşı yüksek, kalabalık gibi ifadeler benim kriterlerim arasında yok.
  • Bir özel eğitim öğretmeninin başucu kitapları hangileri olmalı?


 


  • Materyallerinizi hep kendiniz yapıyorsunuz, biz de kendimiz yapmak zorunda mıyız?
Benim zamanımda üniversitede materyal tasarımı ile ilgili bir ders vardı. Bu ders o dönemde fazlaca gereksiz gelmişti çoğu arkadaşıma. Hatta bir arkadaşım "Zaten piyasada var, neden biz yapalım ki?" demişti. O dönemde bu dersin hocası olan Öğr. Grv. Dr. Bahar Keçeli Kaysılı (Canım hocamın kulakları çınlasın, sevgilerimle.) çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Hayal kırıklığının sebebi şu: Her materyal piyasada yok ve her materyal çocuklarımıza uygun değil. Böyle bir durum varken "Materyal yok!" diyerek o beceriyi çalışmayacak mıyız?
Örneğin ben materyal talep eden öğretmenlere şaşırıyorum. Kendimiz daha güzelini ve çocuğumuza daha uygununu yapabilecekken neden hazırını istiyoruz anlayamıyorum.
Daha pratik olabilir ama standart materyaller/oyuncaklar bazen bizim çocuklarımıza uygun olmayabilir. Bu bilgi önemli.
Zorunda değiliz ama tasarlamayı bilmeliyiz.
  • Ailelerle iletişim kurmakta zorlanıyor musunuz?
Mezun olduğumda en büyük problemim; derste olan ve biteni ailelere özetlemekti. Sonrasında  aldığım eğitimler ve bulduğum defter tutma sistemi ile ders sonrasında her şeyi hatırlamaya ve ailelere rahatlıkla aktarmaya başladım. Hatta bir yıl öncesinin dersini şimdiki dersle bile karşılaştırabiliyorum bu sistem ile. Şimdi zorlandığım en büyük nokta; ailelerin yeni bilgiye kapalılığı ve çocukları konusunda tembelliği. Bu durumun da psikolojik kökenlerini tespit ederek yardımcı olmaya çabalıyorum.
Bu konuda özel eğitim alanında çalışan herkesin özel bir eğitim alması gerektiğine inanıyorum. Çünkü çabalarımızın aileler tarafından anlaşılmaması koca bir zaman kaybı!
  • Örnek aldığınız hocalarınız oldu mu?
Tabi, olmaz mı? Hele ki benim gibi öğretmen çocuğu olan bir öğretmenin doğduğu andan bu yana birçok öğretmen girmişken hayatına, örnek almamak mümkün mü?
Bir numarada babam var tabi. Onun iş ahlakı ve emekli olurken dahi sahip olduğu hevesi bana hep ilham oldu.
İki numarada ise her zaman biriciğim olan Peyman Gönenç var. Emekli bir sınıf öğretmeni olan Peyman Hocam, öğretmenliğimden ziyade karakterimde yarattığı etki ile her zaman ayrıdır.
İlkokuldaki Fen Bilgisi Öğretmenim Selda Sarıçam ise anaçlığı, sevecenliği ve sabrı ile öğretmenliğimin bir yanını oluşturdu. Hâlâ derslerimde onun izlerini görebiliyorum.
Yine ilkokuldaki Matematik Öğretmenim Emel Demirçelik! Eğitim felsefesi konusunda o yaşlarda ondan öğrendiğim çok şey oldu.
Lise öğretmenlerimden Fatma Gödek ise bize yaklaşımı ve mesleğine karşı sunduğu sarsılmaz saygısı ve düzenliliği öğretmenliğimde etki etti.
Yine lise öğretmenim Hülya Güler ise öğrencileriyle olan ilişkisi ile bana örnek oldu.
Üniversitede ise Prof. Dr. Bülbin Sucuoğlu bana son şekli veren kişi oldu. Bir özel eğitimci nasıl olmalı, ondan öğrendim diyebiliyorum. Ne kadar teşekkür etsem az!
Yukarıda bahsettiğim Bahar Hoca ise bana iş ahlakını öğreten kişi oldu.
Yüksek Lisans hayatımda ise tanışmanın bir şans olduğunu düşündüğüm Danışmanım Prof. Dr. Emine Nilgün Metin yine bana örnek oldu. Örnek olduğu nokta ise "Acele etme, sabret."ti. 
İşte ben yukarıda saydığım bütün hocalarımdan ibaretim.

Umarım fikir veren bir yazı olmuştur. Haftaya görüşmek üzere.

30 Ekim 2018 Salı

Dil ve Konuşma Sorunsalı!

Fotoğraf, geçtiğimiz yaz çocuklarımın dil ve konuşma becerileri çalıştığım bir balkon etkinliğinden. Çamaşır sererek eğlendiğimiz nesne resmi isimlendirme etkinliği.
Güzeller güzeli, tupturuncu, Cumhuriyetimizin doksanbeşinci yılını kutladığımız bu güzel haftadan günaydın ve merhabalar.
Bu hafta konum; ailelerimizin çokça suistimal edildiği, ağzı olanın konuştuğu, bütün bu bilgi kirliliğine karşın hassas bir nokta olan "dil ve konuşma becerilerini destekleyebilen uzman"lar.
...
Bildiğiniz gibi; dil ve konuşma gelişimi, özel gereksinimli bireylerin erken yaşlardan itibaren desteklenmesi gereken önemli gelişim alanlarından biri. Bu alanda, çeşitli kurum ve kuruluşlarda çalışmakta olan, farklı prensiplerden gelen uzmanlar söz konusu. Bu uzmanlar dil ve konuşma terapistleri, özel eğitim öğretmenleri, odyologlar, çocuk gelişimi uzmanları ve okul öncesi öğretmenleridir. (Farkındaysanız sertifikalı sınıf öğretmenlerini ve psikologları dahil etmedim. Sertifikaya bakış açımı biliyorsunuz. Psikologların ise adı üzerine psikolog olmaları sebebiyle buraya eklemiyorum.) Peki kimin yetki alanı, neresi? Kimler, nerelerde çalışır? Kimler, hangi becerileri çalışabilir? Bu yazımda size, bu soruları yanıtlamak üzere çeşitli üniversitelerin, bölümlerinden mezun ettikleri kişileri tanımlama biçimlerini sunacağım.
...
Öncelikle dil ve konuşma terapistlerine bakalım: Biruni Üniversitesi "Dil ve konuşma terapistleri dil, konuşma, iletişim ve/veya yutma bozuklukları olan çeşitli yaşlardaki kişilerin gereksinimlerini değerlendirir ve yaşam kalitelerini arttırmaya yönelik destekleyici terapi hizmetleri sunarlar. " diyor. Burada benim gözüme çarpan şu: Çocuklarımızı, özel gereksinimli bireyleri ayrı tutan bir tanım yok. Dil ve konuşma becerilerinde sınırlılık yaşayan her bireye terapi uygulamaktan bahsediliyor. Altını çiziyorum; terapi, ders değil.
Buradan yola çıkarak dil ve konuşma terapistlerinin özel gereksinimli çocuklarla yapacakları çalışmaları şöyle sınırlandırmak mümkün:
  1. Her bireye
  2. Her dil ve konuşma sınırlılığı yaşayan bireye
  3. Değerlendirme
  4. Terapi, ders değil.
Odyologlara bakalım: Biruni Üniversitesi "İşitme, dil, konuşma ve denge bozukluklarının toplumsal olarak önlenmesi, bireysel olarak hastalıkların tanınması ve tedavisini sağlar." diyor. Dil ve Konuşma Terapistlerinden çok uzak bir tanım değil. O zaman neden bu branşa gerek var diye sorarken Üsküdar Üniversitesi'nin açıklamasına bakalım: "Odyoloji, işitme ve denge bozukluklarının öncelikle önlenmesi, gerçekleştikten sonra ise tanılanması ve rehabilitasyonu ile ilgilenen bir bilim dalıdır.  Odyoloji biliminin en temel hedefi işitme ve denge kayıplarının en erken dönemde tespit edilerek gerekli durumlarda uygun rehabilitatif yaklaşımın bir an önce sergilenmesini sağlamaktır. Bölüm mezunlarına Odyolog unvanı verilmektedir. Odyologlar eğitim ve bilgileri kapsamında işitme ve denge bozukluklarını belirleme, rehabilitasyon kapsamında uygun işitme cihazı, koklear implant, yardımcı dinleme cihazlarını uygulama, takibini üstlenerek gerekli durumlarda özellikle bebek ve çocuklarda işitsel eğitim yaklaşımları ile bireylerin rehabilitasyonunu gerçekleştiren kişilerdir." Burada ise Dil ve Konuşma Terapistlerinden ayıran önemli bir nokta var: İşitme engelli bireyler odak noktada.
Buradan yola çıkarak odyologların özel gereksinimli çocuklarla yapacakları çalışmaları şöyle sınırlandırmak mümkün:
  1. İşitme ve denge bozuklukları olan bireylere
  2. Hastalık tanılama, önleme ve tedavi etme
  3. Rehabilite etme, yine ders değil.
Özel eğitim öğretmenlerinin durumuna bakalım: benim de mezunu olduğum Ankara Üniversitesi; "Özel Eğitim Bölümü, Özel gereksinimli çocukların ve ailelerinin gereksinimlerini karşılamak üzere çocuklar, aileler, öğretmenler ve yöneticilerle çalışacak olan “özel eğitimciler” yetiştirmekte olup Lisansüstü düzeyde de eğitim vererek alana katkı sağlamaktadır." diyor. Bu üniversitede, iletişim becerilerinin gelişimi ve desteklenmesi konusunda seçmeli ve zorunlu olmak üzere 6 adet ders verilmektedir. Gazi Üniversitesi "Bu anabilim dalının özel eğitim öğretmeni yetiştirme programı yetersizlikten etkilenmiş çocukların eğitim ve öğretim hizmetlerini sağlayacak öğretmen yetiştirmeye odaklanmıştır." diyor. Burada ise eğitim vurgusu yapılıyor.
Buradan yola çıkarak özel eğitim öğretmenlerinin, özel gereksinimli çocuklarla yapacakları çalışmaları şöyle sınırlandırmak mümkün:
  1. Terapi değil, eğitim
  2. Dil ve konuşma becerilerini eğitimle destekleme, öğretme
  3. Bütün engel alanlarına.
Çocuk gelişimcilere bakacak olursak; Hacettepe Üniversitesi; "Çocuk Gelişimi Bölümü, 0-18 yaşlar arasındaki normal gelişim gösteren, özel gereksinimi olan, korunmaya muhtaç (normal/özel gereksinimli kurumda yaşayan, çalışan, mülteci ve suça itilmiş çocuklar) ve hastanede yatan çocukların tüm gelişim alanlarını (zihinsel, dil, motor, öz bakım, sosyal ve duygusal) destekleyici programlar geliştirmenin yanında çocuğa, aileye, profesyonellere ve topluma hizmet sunan çocuk gelişimcisi yetiştirmek ve çocuk gelişimi alanında bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kurulmuştur." diyor. Oldukça geniş kapsamlı ve net bir ifade, ne dersiniz?
Buradan yola çıkarak çocuk gelişimcilerin özel gereksinimli çocuklarla yapacakları çalışmaları şöyle sınırlandırmak mümkün:
  1. 0-18 yaş arasındaki her bireye
  2. Destekleyici programlar oluşturmak
Okul öncesi öğretmenleri için ODTÜ "Okul Öncesi Öğretmenliği program mezunlarının uzmanlık alanı 0-6 yaş arası çocukların eğitimidir." diyor. 9 Eylül Üniversitesi ise sitesinde Okul Öncesi Öğretmenleri'nin bölümlerinin öğrencilerine kazandırdıkları becerileri şöyle sıralıyor: "Okul öncesi eğitim çağındaki çocukların eğitimini destekleyecek fen, matematik gibi farklı, temel bilim alanlarını bilme ve bu alanlarda etkinlik tasarlayabilme, Okul öncesi eğitim çağındaki çocukların müzik, edebiyat, resim, spor, dans gibi farklı alanlardaki yeterliliklerini tanıyıp bunları geliştirecek uygun ortamları hazırlama, Okul öncesi çağdaki çocukların ailelerinin özelliklerini, beslenme, sağlık ve eğitim alanlarındaki ihtiyaçlarını bilme, Okul öncesi eğitim çerçevesinde çocuğu, aileyi ve okulu/öğretmenleri destekleyecek materyal ve eğitim programları hazırlama, uygulama ve bilişim araçları ile iletişim teknolojilerini kullanma becerisine sahip olma.". 
Buradan yola çıkarak okul öncesi öğretmenlerinin, özel gereksinimli çocuklarla yapacakları çalışmaları şöyle sınırlandırmak mümkün:
  1. 0-6 yaş arası çocuklarla çalışma
  2. Çocukları değerlendirebilme
  3. Materyal tasarlama
  4. Eğitim
Bütün bu bilgiler ışında genel bir çerçeve çizecek olursak:
  • Okul öncesi öğretmenleri 0-6 yaş, Çocuk Gelişimciler 0-18 yaş aralığındaki bireylerden sorumludurlar.
  • Dil ve konuşma terapistleri, dil ve konuşma sınırlılığı olan her bireye terapi vermekle sorumludurlar.
  • Odyologlar işitme yetersizliği ve denge problemleri olan bireylere tedavi hizmetleri sunmakla sorumludurlar.
  • Özel eğitim öğretmenler, okul öncesi öğretmenleri eğitim verirlerken; odyologlar, dil ve konuşma terapistleri terapi yaparlar.
Bu bilgi sizin ne işinize yarayacak?
  • İşitme kaybı olmamasına rağmen Down Sendromlu çocuğunuzun seansına odyolog girdiğinde karşı çıkmanıza,
  • on iki yaşındaki öğrenme güçlüğü tanılı çocuğunuzun dil ve konuşma becerilerinin desteklendiği seanslarına okul öncesi öğretmeninin dahil olmasına karşı çıkmanıza, 
  • artikülasyon problemleri yaşayan otizmli çocuğunuzun seanslarında özel eğitim öğretmeninizin terapi verdiğini iddia etmesine karşı çıkmanıza,
  • çocuğunuzu otizmli olduğu için seansa almayı reddeden dil ve konuşma terapistlerine karşı çıkmanıza,
  • ve daha nice suistimale karşı çıkmanıza fayda sağlayacak.
Yanlış bir bilgi vermiş isem, kaynaklarımı yanlış yorumlamış isem uzman arkadaşlarımdan öneri, eleştiri ve düzeltmeler bekliyorum. Böylelikle elbirliği ile ailelerimizin bilinçlenmesine katkı sunmuş oluruz. Sevgilerimle.

14 Ekim 2018 Pazar

Büyüklük Eşleme Becerisi

Hepimize güzel bir hafta başından, keyifli bir Ankara sabahından günaydınlar ve güzel haftalar diliyorum.
Geçtiğimiz hafta konuştuğumuz kavram öğretimi sonrası nedendir bilinmez, en çok ilgi çeken nokta "büyüklük eşleme" oldu. Sanırım hiçbir ailemiz ve uzmanımız daha önce duymamıştı.
Bu konuyu biz özel eğitim öğretmenleri, kavram öğretimi dersinde, yani üniversite hayatımızın üçüncü yılında öğreniriz ve uygulamaya başlarız. Özel eğitim uzmanı arkadaşlarımın bile bu konuda soru sorması ürkütmedi değil. Ancak kullanılmayan bilgi unutulabilir, o nedenle hatırlamak için bol bol eski notları okumakta fayda var. Ahkam kesmiyorum, ben öyle yapıyorum, bu nedenle söylüyorum. Ki şöyle bir noktanın farkındayım: Bırakın büyüklük eşlemeyi, temel eşleme becerilerini dahi bilmeden yüksek lisans bitirip kendilerine uzman özel eğitim öğretmeni diyenler de var, kavram öğretimi eğitimi almadan doktorasını tamamlayıp doktor özel eğitim öğretmeniyim diyenler de... Bu nedenle özgeçmiş önemli, özgeçmiş mühim. Yine konuyu mu dağıttım ben?
...
Büyüklük eşleme; çocuklarımıza büyük/küçük kavramlarını öğretmeden önce öğretmemiz gereken en önemli kavramı öğrettiğimiz basamak: Büyüklük. Nesnelerin bir büyüklüğü, ebatı olduğunu öğrettiğimiz basamak bu basamak. Büyüklük eşleme çalışırken amacımız büyük ya da küçüğü öğretmek değil, büyüklük algısını vermek, ebat duygusunu oluşturmak.

Büyüklük eşlerken hangi yönergeleri kullanabiliriz?
"Bununla aynı büyüklükte olanı eşle!", "Hangisi elimdekiyle aynı büyüklükte? Eşle.", "Bununla aynı büyüklükte olanı bul, üzerine koy!". Yönergelerimiz çocuklarımızın özelliklerine göre sadeleşip karmaşıklaşabilir. Burada standart bir dil dikte etmek doğru değildir. Önemli olan "büyüklük" kelimesinin kullanılması. Örneğin "Bunu en büyük ile eşle!" dediğinizde işler karışır. Çünkü siz orada büyük kavramını kullanmış olursunuz. Altını çizelim; amacımız büyük ya da küçük kavramını öğretmek değil.

Büyüklük eşleme çalışırken çocuğunuza uygun olan herhangi bir öğretim yöntemi ile öğretiminizi şekillendirebilirsiniz. Ben sıklıkla eşzamanlı ipucuyla öğretim yöntemini, etkinlik temelli öğretim yöntemini ve doğrudan öğretim yöntemini kullanıyorum. Böyle olmasının sebepleri var: Kendimi daha rahat hissettiğim öğretim yöntemleri bunlar, çocuklarımın özelliklerine göre bireyselleştirdiğimde de sıklıkla karşıma bu üçü çıkıyor.

Peki ya materyaller?
Eşleme materyallerinin çoğunda olduğu gibi burada da materyalleri kendimiz yapmak durumundayız. Maalesef piyasada büyüklük eşleme materyalleri bizim basamaklarımıza uygun olarak satılmıyor. Ben kendime bir set yaptım. Bu setten siz de isterseniz benimle iletişime geçebilirsiniz. Seve seve yapıp size de göndermek isterim.

Büyüklük eşleme beceri analizinde çeşitli noktaları dikkate alıyoruz: Çocuğumuz, ilişkili uyaranları ve ilişkisiz uyaranları dikkate almadan büyüklük eşleyebilsin diye tamamını dengeli şekilde kullanıyoruz. Renk, doku gibi noktaları dikkate almadan sadece büyüklük eşleyebilsin diye tamamını dengeli şekilde kullanıyoruz. Bu noktalar önemli.

Hadi öğretim basamaklarına geçelim:
1-  Aynı tür, renk ve dokudaki, iki farklı büyüklükteki iki nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.

Çok karmaşık gelmesin, resimlere bakarak kendiniz de yapabilirsiniz. Ben bunları öğretmenliğimin ikinci yılında, bir Ramazan ayında, annemin artık kumaşlarından dikmiştim. Böyle böyle dikiş makinesi kullanmayı dahi öğrendim.


2- Aynı tür, renk ve dokudaki, üç farklı büyüklükteki üç nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.


3-Aynı tür, renk ve dokudaki, dört farklı büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.

Burada renkli mukavvadan farklı büyüklükler keserek, pratik şekilde basamağı oluşturdum.


4-Aynı tür ve dokudaki, iki farklı renk, dört farklı büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.


5-Aynı tür ve dokudaki, üç farklı renk, dört farklı büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.


6-Aynı tür ve dokudaki, dört farklı renk ve büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.


7- Aynı türdeki,iki farklı doku, dört farklı renk ve büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.

Burada örneğin iki farklı dokuda kumaş var. Kot ve penye.

8-Aynı türdeki, üç farklı doku, dört farklı renk ve büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.

Fotoğrafta çok belli olmasa da burada üç farklı doku var: Keçe, el işi kağıdı, karton.



9-Aynı türdeki, dört farklı doku, renk ve büyüklükteki dört nesne arasından aynı büyüklükte olanı eşler.

Burada da etrafında zımbanın telleri de doku oluşturacak şekilde dört farklı doku var. Keçe, penye kumaş, karton, zımbanın teli olan keçe.


İlk başta bu basamakları anlamlandırıp oluşturmak zor gelebilir. Ancak hazırlayıp, poşetlere dağıttıktan sonra kullanımı çok kolay. Her bir basamağı ayrı bir poşete koyduğunuzda ve denemeleri de arkalarına isimlendirerek düzenlediğinizde kullanmanız daha da kolay olacaktır. Her bir basamak için en az dört deneme hazırlamakta fayda var bence.

Karmaşık geldiyse, bir kavram öğretimi seminerine beklerim. Ne dersiniz?

Şimdiden kolaylıklar diliyorum. Sevgilerimle.

Kaynakçam: Ankara Ünversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ÖZE 2010-2011 Yılı Bahar Dönemi Özel Gereksinimli Bireylere Kavram Öğretimi Dersi Öğrt. Grv. Dr. Bahar Keçeli Kaysılı'nın ders notları. Canım hocama sevgilerimle.

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Erken Yoğun Davranışsal Eğitim ve Önemi



Güzel bir haftadan merhabalar. Bu hafta erken tanı ve erken müdahalenin sonrasında uygulamamız gereken erken ve yoğun davranışsal eğitim hakkında konuşacağız. Bu yazıya kaynaklık eden seminer, 7 Mayıs 2018 tarihinde, Ankara Üniversitesi Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından organize edilen, konuşmacısı Prof. Dr. Gönül Kırcaali-İftar ve konusu OÇİDEP olan seminer. Hadi başlayalım.

Erken yoğun davranışsal eğitim programları nedir diye soracak olursanız en geç iki yaşında başlanan ve haftada en az yirmi saatlik bir eğitimi kapsayan eğitim sürecidir. İki yaşından sonra başladığınızda erken eğitim almış olur musunuz, bunu sorgulamanız gerekmektedir. Çünkü alt ve üst sınır erken, yoğun davranışsal eğitim için kritik bir öneme sahip değil. Neden mi? 11 yaşındaki otizmli bir birey henüz hiçbir eğitim almamışsa, onunla yine bu müdahaleyi uyguluyoruz da ondan.
Ülkemizde otizm tanısı maalesef iki yaşından sonra konulmakta, bu tanı konma süreci de oldukça uzun sürmekte. Bu nedenle erkenden eğitime başlama ihtimalimiz düşüyor. Bu, yine de umudumuzu kaybetmemize izin vermemeli. Çünkü bireyler birbirlerinden farklıdırlar ve eğitime ne zaman başlanırsa başlansın kârdır, bunu unutmamalı.

Erken yoğun davranışsal eğitim için, haftada en az yirmi saatlik eğitim şart! Ülkemizde devlet tarafından karşılanan iki ya da üç saatlik dersler yoğun eğitim kapsamına girmiyor. Yoğun bir eğitim almak istiyorsanız, haftada en az yirmi saatlik bir eğitim programı çıkarmalısınız. Otuz saatin üzerine çıkarmak zor olsa da ideal olan kırk saat. Bu, günümüzde dahi çoğu ülkede maddi sebeplerle uygulanamıyor. Yirmi saatlik uygulamaların da gayet geçerli ve işlevsel olduğunu kanıtlayan çalışmalar var.

Adı üzerinde; davranışsal eğitim! Davranışçı yaklaşımın prensipleri benimseniyor süreçte. Yani bol bol pekiştireç, uyaran, silikleştirme gibi ifadeler duyuyorsunuz. Davranışçı deyince de aklınıza eminim Uygulamalı Davranış Analizi geliyor. Evet, zaten erken, yoğun davranışsal eğitim buna dayanıyor.

Erken, yoğun davranışsal eğitim yani EYDE, daha ekonomik olduğu için evlerde uygulanmakta. Merkezlerde uygulamak zahmetli ve pahalı bir süreç ve öğrenilen becerilerin evde genellemesini yapmak bazen uzun zaman alabiliyor. Bu iki sebeple evde müdahale daha etkili ve kalıcı, aynı zamanda ekonomik.

EYDE'de bire bir eğitim söz konusudur. Bire bir eğitimi verenler sıklıkla özel eğitim öğretmenleri olmamaktadır. Bunun yerine; özel eğitim bölümü öğrencileri, lise mezunları ya da sertifikalı bireyler bu uygulamayı yaparken; özel eğitim öğretmenleri ya da Uygulamalı Davranış Analizi Uygulayıcıları tarafından koordine edilirler. Bu koordinasyon sayesinde daha ekonomik bir süreç yaşanmış olur. Özel eğitimci daha çok bireye ulaşmış olur.

Bire bir eğitimin yoğunluklu olduğu süreçte akran etkileşimi de ihmal edilmiyor. İdeal olan düzende günde dört saat bire bir eğitim, geriye kalan dört saatte ise akran etkileşiminin sağlanabileceği ortamlar oluşturuluyor. Ülkemizde de aslında yarım gün kreşlerle bu düzen sağlanmış oluyor ancak yoğun bireysel eğitim maalesef mümkün olamıyor.

EYDE en az iki yıl uygulanmalı. Üç yıl süren uygulamalar mevcut olsa da bu sürenin üstüne çıkmamak daha doğru. İki yıl içerisinde bireylere edinmesi gereken çoğu beceri sıklıkla verilebilmekte. Çünkü haftada en az yirmi saatlik bir eğitimden söz ediyorum.

EYDE'nin ilk kullanıldığı dönemlerde, davranışçı ekolün etkisi ile ceza yöntemlerinin kullanımı söz konusuydu. Ceza kullanımı artık günümüzde yok. Birinci sebep; bireye verilen değerin artmış olması. İkinci sebep; günümüz Özel Eğitimcilerinin uyguladıkları Yanlışsız Öğretim Yöntemleri'nde kullanılan ipucu sistemlerinin bireyin hata yapma ihmalini neredeyse sıfıra indirmiş olması. Bu iki sebep dolayısıyla cezaya artık gerek kalmadı. Cezanın kullanılmadığı bir eğitim programı da ister istemez daha etik, işlevsel ve kabul edilebilir hale geliyor bence.

EYDE'nin beş temel prensibi söz konusu. İlki, bireylerin eğlendikleri etkinlikleri içine alan süreçler yaşandığı için "olumlu etkileşimler". İkincisi, bireyin bildiği ve tanıdığı eşyalarla çalışarak ve bireye özgü pekiştireçler seçilerek sağlanan "güdülenme". (Güdülenme sadece pekiştireçle sağlanan bir durum değildir. Güdülenmenin olması için bir yandan bireyin bu süreçte mutlu olması hedeflenmelidir.) Üçüncü öge, başarı. Bireyin başarılı olma duygusunu olumlu pekiştirme ve yanlışsız öğretim yöntemlerindeki ipuçları ile sağlamak gerekmektedir. Dördüncü; özel eğitim sürecinin olmazsa olmazı "anne-baba katılımı". Son öge ise doğru yapılması gereken "planlama". Örneğin; ilk dönemlerde dil ve konuşma becerilerine ağırlık verilmesini planlamak doğru planlama.

Peki erken ve yoğun davranışsal eğitimin önemi nedir diye soracak olursanız maddeler halinde sıralayalım:

  • Erken eğitimle, herkesin dilinde olan "kritik dönem"i kaçırmamış oluyorsunuz. Çocuğunuzun öğrenmeye en açık olduğu dönemlerde ona destek olarak aslında en doğru şeyi yapıyorsunuz.
  • Yoğun eğitim ile, yine "kritik dönem"den bahsedecek olursak, bu dönemin en işlevsel ve verimli şekilde geçmesini sağlıyorsunuz.
  • Davranışçı ekolün prensiplerini uygulandığı için gelişim hızlı ve gözle görebiliyor oluyor. Tutulan kayıtlar, çizelgeler ve tablolar ile bireyin gelişimi an be an takip ediliyor. Bu takip ile birlikte bireye anında müdahale edilebiliyor ve süreç sekteye uğramıyor.
  • Birçok ülke maalesef bu sistemi kullanamıyor. Bunun sebebi tamamen maddi kaynaklar. Bire bir eğitim vermek ve her bir bireye ayrı bir ortam oluşturmak oldukça maliyetli ancak sarf edilen para ve çabanın sonucu bireylerin bağımsızlaşması olduğu için bazı ülkeler bunu göze alabiliyorlar. Burada önemli olan hangi bireye uygulanabileceği kararı. Bu kararı vermek için hiçbir önkoşul yok. Her bir bireye uygulanabilen ve her bir bireye, bireyin özelliklerine göre etkide bulunan bir sistem bu.
  • Birçok bilimsel çalışma ile bilimsel dayanaklı hale gelmiş ve birçok çalışmada kullanılmış olması da bizim için önemli bir durum. Birkaç yazı önce bilimsel dayanak ve bilimsellik üzerinde durmuştum, hatırlarsınız. Bu müdahalenin bilimsel dayanaklı olması, içimiz rahat kullanmamız için en güzel işaret.
  • Özellikle otizmli bireylerle uygulanan, uygulandığında da her bir bireye olumlu etkide bulunan ve uygulanan bireylerin %43'ünün bağımsız yaşam becerilerine ulaştığı görülen bir sistem bu. Bu çok önemli bir oran.
Umarım sizlere fikir veren ve hep birlikte öğrenmemizi sağlayan bir yazı olmuştur. Soru, görüş ve önerilerinizi bekliyor olacağım. Haftaya görüşmek üzere.

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Yaratıcılık ve Destekleme Yol Önerileri



Merhabalar. Keyifli bir hafta ve güpgüzel bir gün ile yine bilgisayarlarımızın, tabletlerimizin, telefonlarımızın başında çocuklarımız için didinip duruyoruz, değil mi? Biz uzmanlar çocuklarımıza ve ailelerimize yardım etmek, ailelerimiz ise çocuklarına daha fazla yarar sağlamak için uğraşı veriyor. Uğraşı vermemiz gerektiğini fark etmek de bir erdem, hepimizi tebrik ediyorum. Hadi başlayalım! (Özel bir rica gereği bu yazımda kaynakça sunuyorum, bilginize.)
Yaratıcılık; Torrance’a (1995) göre  “problemlerin veya bilgideki bollukların hissedilmesi, düşünce veya hipotezlerin oluşturulması, hipotezlerin sınanması, geliştirilmesi ve verilerin iletilmesidir.”. Benim, yaptığım taramalar sonucunda ulaştığım tanım ise şu: "Yaratıcılığın kısaca öngörülen ya da öngörülmesi mümkün olmayan konularla ilgili hipotezleri gözden geçirme, eleştirel bakabilme ve bir sonuca varabilme becerisidir.". Bu tanım bana ait, kullanın gitsin!
Peki, yaratıcılık nasıl desteklenmeli? Örnek olarak birkaç model sunmak istiyorum sizlere. Sonra da bizlere düzen görevleri sıralayacağım.
  1. Yaratıcılığın Dört C Modeli’nde yaratıcılığın desteklendiği dört adım vardır. Bunlardan ilk ikisi; sırasıyla yaratıcılığın ne olduğu bilgisinin sunulduğu mini-c, günlük yaşantıda oluşan problemlerin çözümüne yaratıcı öneriler sunmaya yönelik bilgilerin sunulduğu küçük-c’dir. Profesyonel seviyede bir yaratıcılığı destekleyen pro-c üçüncü basamaktır. Son olarak büyük-c basamağında ise bireyin sahip olduğu yaratıcılığı hem kültürel hem de evrensel olarak sunabilen ve değerlendirebilen kişiler olabilmeleri için bireylerin desteklenmesi söz konusudur (Daniel ve Peters, 2015). 
    • Mini-c’de üstün yetenekli bir çocuğa arkadaşının doğumgünü partisi için bir kart tasarlaması önerilebilir. Bu basamak için yaratıcılığı bu seviyede desteklemek hedeftir.
    • Küçük-c basamağında ise örneğin resim konusunda bir performans sergilemesini desteklemek, bir ürün ortaya koymasını sağlamak hedeftedir. Bu seviyede böyle bir yardım söz konusudur.
    • Pro-c’de ise bireylerden; daha önce kullanılmamış, tasarlanmamış ve herhangi bir şekilde ortaya konmamış bir konu ya da alanda yeni tasarımlar yapması, yeni fikirler üretmesi istenir. Bu seviyede özgün bir ürün ortaya koyması hedeftir. Örneğin küresel ısınmanın sonuçlarından korunmak için yeni bir alet tasarlaması istenebilir.
    • Büyük-c’de çocuk bir ya da birden çok konuda yeni ve bağlantılı fikirler ve ürünler elde etmesi konusunda rehberlik edilir ve desteklenir. Örneğin hem basketbol sporunun prensiplerini hem de halk edebiyatı prensiplerini birleştirerek yeni bir proje oluşturması istenebilir.
  2. SCAMPER yöntemi kullanılabilir. Bu yöntem bir akıl yürütme yöntemidir ve detaylandırma prensiplerine dayanır (Daniels ve Peters, 2015). Aşağıda SCAMPER yönteminin basamakları ve örnekleri birlikte sunulmuştur. Örneğimiz bir piyano bestesi üzerinden devam edecektir.
    • S (Substitute): Yer değiştirmek. Piyano için tasarlanan bestenin notalarının yeri değiştirilerek yeni ve özgün bir eser oluşturulabilir.
    • C (Combine): Birleştirmek. Bu beste farklı kültürden bir beste ile birleştirilebilir.
    • A (Adapt): Uyarlamak. Tasarlanmış olan bu piyano bestesi, daha önceden duyulan bir şarkı ile beraber seslendirilerek uyarlanabilir.
    • M (Minify, magnify, modify): Küçültmek, büyütmek, değiştirmek. Piyano bestesi içinden çeşitli notalar çıkarılarak küçültülüp öyle çalınabilir. Bu yeni bir eser oluşturmasını sağlar ve yaratıcılığı destekler. Seçilen notalar değiştirilerek farklı miktarlarda besteye eklenebilir. Böylelikle de büyütülmüş olunur.
    • P (Put to other uses): Diğer kullanımlar. Bu piyano bestesi kemanla beraber çalınabilecek şekilde değiştirilebilir.
    • E (Eleminate): Çıkarmak, yok etmek. Piyano bestesinin içinden bir bölüm çıkarılarak yeni bir beste elde edilebilir.
    • R (Reserve/rearrange): Tersine döndürmek veya yeniden düzenlemek. Beste tersten çalınarak yeni bir şekle dönüştürülebilir.


3.      Daniels ve Peters 2015 yılında dilimize çevrilen kitaplarında, yaratıcılığı desteklemek için şu programları önermişlerdir:
a.       Hedef Hayal Kurma (Destination Imagination): Anaokulundan üniversiteye dek kullanılabilecek bir programdır. Yaşlarına uygun olarak bireylere hayal kurmaları istenen konular verilir. Gruplandırarak da bu program uygulanabilir. Grup ya da bireyler hedeflenen hayalle ilgili düşünerek ürünler elde ederler.
b.      FIRST LEGO Ligi (FIRST Lego League): 9-14 yaş aralığındaki bireyler için oluşturulmuş bir ligdir. Bu ligde bireyler legolardan makineler, aletler, eşyalar tasarlayarak dünyanın her yerinden katılım sağlarlar. Bu ligin hedefi bilimsel temelli düşünceyi kültürel bazda dünyaya yaymaktır.
c.       Gelecek Problemleri Çözme (Future Problem Solving): Dr. E. Paul Torrance tarafından 1974 yılında kurulmuştur. Torrance yaratıcılığın öncüsü olarak kabul edilen bir bilim insanıdır, önceki sayfalarda üstün yetenekliliğe bakış açısında atıfta bulunulmuştur. Farklı ülkelerden bir araya gelen çocukların ülkelerindeki ve dünyadaki temel sorunları ortaya koyarak bu sorunlarla ilgili yaratıcı çözümler bulmalarını hedeflemektedir. Uygulanışı şu basamaklarla olmaktadır:
                              i.    Konu ile ilgili bütün sorunlar listelenir.
                             ii.      Altta yatan ana sorun ortaya konmaya çalışılır.
                            iii.      Kimin, neyi, ne zaman ve nasıl yapması gerektiği ile ilgili olası sorumluluklar listelenir.
                            iv.      Potansiyel sorunları çözmek için ilgili bir kriter listesi tasarlanır.
                             v.      Çözümler belirli bir hiyerarşik sıraya göre sıralanır.
                    vi.      Bu çözümlerden en etkili olanı seçilerek bu çözüm hakkında ikna edici ve bilgilendirici bir rapor hazırlanır.
d.      Genç Maker Programı (Young Makers Program): Make dergisinin öncülüğünde kurulan bir panayırdır ve bu panayırda katılımcılar sanat, bilim ve teknoloji gibi alanlarda yaratıcılıklarını ortaya koyacak ürünler sergilerler. Bu panayır boyunca çeşitli aktivitelerle bireylerin yaratıcılıkları desteklenerek deneyim sahibi olmaları sağlanır.
e.       Zihin Yolculuğu (Odyseey of the Mind): Anaokulundan üniversiteye dek uygulanabilir bir programdır. Problemler ulusal bir kuruluş tarafından belirlenir ve katılımcı gruplar bu problem listesinden birini seçerek bu probleme çözüm üretmeye çalışırlar.
f.       PBS KIDS GO! Yazarlar Yarışması: Ulusal Halk Yayın Sistemi (UHYS) tarafından Amerika’da organize edilen ve edebiyat alanında üstün yeteneği olan bireylerin desteklenmesini hedefleyen bir programdır. Bireyler UHYS tarafından belirlenen kriterlere uygun öyküler yazarak bu programa dahil olurlar. Yarışma sonucunda çeşitli ödüllerle üstün yetenekli olan ve olmayan bireylerin çabaları ödüllendirilir.
g.      Kökler ve Filizler (Roots and Shoots): Primatolog, çevreci ve yardımsever olan Jane Goodall tarafından kurulan esnek bir fikir sistemidir. Toplumsal sorunlara esnek kurallarla çözüm aramak hedeflenmektedir.


Peki, ailelerin yaratıcılığı destekleme konusundaki sorumlulukları neledir?

Aileler yaratıcılık özelliğine sahip çocuklarının okulda edindiği becerileri destekleme konusunda öğretmenlerinin yönlendirmelerine açık ve bu yönlendirmeleri devam ettiren, destekleyici bir pozisyonda olmalıdırlar. Okulda edinilen becerilerin evde desteklenmesi oldukça önemlidir.
Yaratıcılığı desteklemek için ailelerin temel olarak sahip olması gereken özellikler:
  • Yetiştirdiği bireye güvenen,
  • Yine yetiştirdiği bireye bir birey olarak saygı duyan,
  • Destekleyici,
  • Beraber geçirilen zamandan zevk alan,
  • Bireyin yaratıcılığını ve kişisel alanını ihlal etmeden koruyucu davranışlar sergileyebilen,
  • Bireye model olan,
  • Bireyin düşünme tarzının farkında olarak buna göre tutumlarını belirleyen,
  • Yapılandırılmış bir esneklik sunabilen,
  • Emirler vermek yerine doğru ve çeşitli seçenekler sunabilen,
  • Tutarlı sınırlar koyabilen,
  • Çocuğunun güçlü yönlerine odaklanabilen (Daniels ve Peters, 2015).

Birlikte zaman geçirerek, yaratıcılığı destekleyici etkinlikleri beraber yaparak bireylerin yaratıcılığı desteklenebilir. Evin arka bahçesinde, balkonunda ya da herhangi doğa ile iç içe olunabilecek bir alanda yaratıcı düşünceler geliştirilebilir. Bireylerin doğaya ilgileri pekiştirildiğinde yaratıcılıkları da desteklenmiş olacaktır. Saha gezileri yaparak, doğayı araştırmak için seyahatler yaparak da üstün yetenekli bireyin yaratıcılığı desteklenmiş olur (Daniels ve Peters, 2015).
Daha erken dönemlerde oyun becerilerine dikkat edilmesi gerekmektedir. Oyun oynarken yaratıcılığını geliştirme fırsatı bulan bir birey oyununda meydana gelen olumsuz durumlarda bu fırsatı kaçırabilir. Oyunun yaratıcılığı desteklemesini etkileyen faktörler şunlardır:
  • Yetişkinin gözetimi altında kalma,
  • Oyun oynadığı için ödüllendirme,
  • Yetişkinin oyunu fazla kontrol etmesi,
  • Oyun esnasında bireye sunulan kısıtlı seçenekler sunulması,
  • Oyun esnasında bireyin değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucundan (Olumlu ya da olumsuz sonuç olması herhangi bir fark oluşturmamaktadır.) haberdar edilmesi (Daniels ve Peters, 2015).


Öğretmenlerin yaratıcılığı destekleme konusundaki sorumlulukları nelerdir?
  1. Fen eğitimi başta olmakta üzere diğer birçok beceri eğitiminde açık uçlu sorular ve yarım bırakılmış sorular kullanılabilir (Aktamış ve Ergin; 2006).
  2. Hayal gücünü aktif kullanan ve yaratıcılık becerileri edinmiş bireyler yetiştirmek istiyorsak onların özel yaşam ve yalnız zaman geçirme ihtiyaçlarına cevap verme tercih edilebilir (Daniels ve Peters, 2015). Sınıf ortamında öğretmenin bu ihtiyacı karşılayıcı önlemler alması gerekebilir.
  3. Öğretmenler neyin düşünüleceği değil nasıl düşünüleceği konusunda rehberlik edebilirler (Dağlıoğlu, 2010).
  4. Hayal gücünü geliştirici sorular sorulabilir. Merakları desteklenebilir. Örneğin;
    1. “İnsanlar yürümek yerine zıplama çubukları ile yürüseler ne olurdu?
    2. Böcekler konuşabilseler insanlara ne söylerlerdi?
    3. Eğer büyülü güçlerin olsa onlar neler olurdu ve onlarla ne yapardın?
    4. İnsanlar sadece iki santim uzunluğunda olsalardı dünya onlara nasıl görünürdü ve nasıl yaşarlardı?” gibi sorular yöneltilebilir (Daiels ve Peters, 2015).
  5. Yaratıcı düşünme tekniklerinin üstün yetenekli bireylere öğretimi ile yaratıcı düşünceleri desteklenebilir. Bu teknikler; beyin fırtınası, nitelik sıralama, sinektik ve rol yapmadır (Özden, 2003).

o   Beyin fırtınası: Bir konuda, bir grup öğrencinin fikirlerinin ortaya konulması yoluna dayanan bir etkinliktir. Burada hedef oldukça fazla sayıda yaratıcı fikirler sunulmasıdır.
o   Nitelik sıralama: Bir grup öğrenciden herhangi bir konu, nesne, durum ile ilgili nitelikleri, durumları sıralamaları istenen bir etkinliktir. Burada da sıralanan niteliğin sayısını arttırmak hedeftir.
o   Sinektik: İlişkilendirmedir. Birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız durumu, olayı ya da nesneyi birbiriyle ilişkilendirmeye çalışmak etkinlik süresince amaçlanmaktadır.
o   Rol yapma: Drama üstün yetenekli bireylerin yaratıcılıklarını destekleyen önemli etkinliklerden biridir (Daniels ve Peters, 2015). Vücutlarını, dil ve konuşma becerilerini kullanarak bir canlandıran bireylerin performanslarına dayanır. Yaratıcı drama etkinlikleri ile üstün yetenekli bireylerin yaratıcı düşünme becerileri ve yaratıcılık özellikleri desteklenebilir (Karataş ve Özcan, 2010).


Ülke eğitim stratejisinin yaratıcılığı destekleme konusundaki sorumlulukları nelerdir?

Yukarıda adı geçen programlara katılımları destekleyerek, eğitim programlarına yaratıcılığı destekleyici amaçlar, modüller ve eğitim anlayışı ekleyerek ülkedeki üstün yetenekli ve normal gelişen bütün bireylerin yaratıcılıkları desteklenebilir.
Yaratıcılığın dört P’si denen ögelerinin her zaman desteklenmesi ve arttırılması hedeflenebilir. Yaratıcılığın dört P’si şunlardır: Birey, süreçler, ürünler ve yaratıcılık için gereken toplumsal baskı. Bunların desteklenmesi ve arttırılması durumunda bütün bireylerin yaratıcılıkları desteklenebilir (Daniels ve Peters, 2015).

Umarım sizler için yararlı ve kullanışlı bir yazı olmuştur. Bu yazıyı hazırlarken fazlaca eğlendim ve yeni konu öğrendim. Bu konuda sorular yönelten herkesin sorularını cevaplamışımdır umarım. Sevgiler.

30 Nisan 2018 Pazartesi

Kaynaştırma Yazı Dizisi - 1



Herkese merhaba. Yepyeni bir yazı dizisine başlıyorum ve oldukça heyecanlıyım. Yüksek Lisans Tezi'mde, üzerinde uzun uzun düşünüp taramalar yapınca ben de dedim ki "Herkes doğru bilgiyi bilmeli!"  ve başladım yazı dizime. Bu dizisi boyunca doğru kaynaştırma nedir, ne yapılırsa doğru kaynaştırma olur, kaynaştırmanın unsurları nelerdir, bu unsurlara düşen görevler nelerdir, kaynaştırmanın yararları ve sınırlı olduğu durumlar nelerdir gibi sorulara cevap bulmaya çalışacağım sizlerle.
Hadi başlayalım!
...
Kaynaştırma aslında nedir?

Kaynaştırma, özel gereksinimi olan her bir bireyin normal gelişim gösteren bireylerle birlikte eğitim aldığı ve etkileşim kurduğu eğitim ortamının genel ismidir.

Kaynaştırma;
  • genel eğitim sınıfında ve okulunda, özel gereksinimli bireyin doğru şekilde kabullenilmesi ile kaynaştırma olur.
  • özel gereksinimli bireye, genel eğitim sınıfında gerekli sosyalleşme fırsatları verildiğinde kaynaştırma olur.
  • toplumun her bir kesimi tarafından bu süreç "normal" olarak görüldüğünde kaynaştırma olur.
Başarılı bir kaynaştırmanın temelleri nelerdir?
  • Kaynaştırma okulundaki tüm okul çalışanları, özel gereksinimli bireylere karşı kabul edici ve destekleyici şekilde hareket etmelidirler. Bu destekleyici olma durumu bir sevap olarak değil bir görev olarak görülmeli ve bu görev layığı ile yapılmalıdır. Hiçbir çocuk, hiçbir bireye muhtaç olmayana dek bu bakış açısını edinmemiz gerekmektedir.
  • Kaynaştırma sınıflarındaki kaynaştırma öğrencisi için bireyselleştirilmiş eğitim planı hazırlanmalıdır. Bu plan kaynaştırma öğrencisinin hayatında var olan bütün uzmanlarla ve aile ile birlikte hazırlanmalıdır.
  • Kaynaştırma sınıfı öğretmeni de kaynaştırma sürecine ve kaynaştırma öğrencisine olumlu tutumlar sergilemelidir. Sınıf öğretmeninin tutumları ile ilgili ayrıca konuşacağımız bir yazımız olacak zaten.
  • Kaynaştırma sınıfları bütün bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmelidir. Zaten genel eğitim sınıfları her bir bireyin ulaşabileceği özelliklere sahip olmalıdır, sadece kaynaştırma öğrencileri için değil.
  • Kaynaştırma sınıflarında bütün bireyler, bütün imkanlardan eşitçe yararlanma fırsatına sahip olmalıdırlar.
  • Kaynaştırma sürecinde her bir öğrencinin kendi hızında öğrenmesine dikkat edilmelidir.
  • Kaynaştırma sürecine gerekli teknolojik destek, kaynaştırma süreci öncesi sağlanmalıdır.
  • Kaynaştırma sürecindeki bütün uzmanlar ve aile işbirliği içinde olmalıdır.
Kaynaştırma bir haktır ve sınıftaki diğer çocukların anne ve babasının kararına, okul müdürünün kaynaştırmaya bakışına, sınıf öğretmeninin kaynaştırma öğrencisini sınıfında isteyip istememesine göre bu hak değişmez. Her çocuk eşittir ve aynı eğitimi alma hakkında sahiptir. Bu kural cepte!

İlk yazım için bu cebimizdeki kuralı alalım, herkesle paylaşalım ve insanlara bir kez daha anlatalım ki "Her çocuk için, her hak!". Net ve basit, değil mi?

Gelecek yazılarda görüşmek üzere, sevgiler.

23 Nisan 2018 Pazartesi

Üstün Yetenekli Bireyler Yazı Dizisi - 7



Herkese güzel bir günden merhabalar. 23 Nisan'ı, yani ulusal egemenliğimizi ve çocuklarımızın bayramını kutladığımız günden merhabalar. Kutlu olsun!
Üstün Yetenekliler Yazı Dizisi'nin son yazısı ile karşınızdayım. Keyifli bir yazı dizisi olduğunu düşünüyorum. Umarım bu konuya ilgi duyan uzman ve uzman adaylarına bir katkım olmuştur.

Son konumuz üstün yetenekli çocuklarımızın yaşadıkları sosyal ve duygusal sorunlar. Geçtiğimiz günlerde ailelerin yaşadıkları sorunlara bakmış ve fikir edinmiştik. Son olarak üstün yetenekli çocuklarımızın, bireylerimizin yaşadığı sorunlara bakarak bu yazı dizisini sonlandıralım.

Üstün yetenekli bireyler diğer her çocuğun yaşadığı sorunlara ek olarak farklı sorunlarla da boğuşmak durumunda kalabilirler. Sosyal çevresindeki bireylerin onu anlamaması, fikirlerinin değer görmemesi ya da anlaşılmaması, sorguladığı durumlara insanların fikir açıcı düşünceler sunamaması gibi sorunları olabilir. Bunun temel sebepleri şunlardır: Uyumsuz gelişim + aşırı duyarlı olma + çevreyi farklı algılama. Bu üç durum sebebiyle üstün yetenekli bireyler sorunları daha derinden ve daha yoğun algılamaktadırlar.

Üstün yetenekli bireylerin sosyal ve psikolojik gelişimlerini desteklemek için okul ortamlarında;
  • üstün yetenekli bireyin kendisi ile özdeşim kurabileceği, onunla benzer özelliklere sahip bireylerle zaman geçirebileceği fırsatlar olmalı,
  • üstün yeteneğine göre yeterince zorlanabileceği bir müfredata tabi olmalı (Her şeyi kolaylıkla yapmak da çocuklarımızı olumsuz yönde etkileyebilir.),
  • esnek müfredat olmalı (Çocuğun isteklerine göre konu-şekil ve zaman uyarlamaları yapılmalı.).
Böylece üstün yetenekli bireyin sosyal ve duygusal gelişimini olumlu yönde etkileyen bir okul ortamı sağlanmış olacaktır.

Öte yandan üstün yetenekli bireyler şu ana sorunlarla çok sık karşılaşmaktadır:
  • Sosyal izolasyon: Üstün yetenekli bireyler birçok faktörün bir araya gelmesiyle sosyal bir izolasyonun içinde bulurlar kendilerini. Bu izolasyon; kendini ifade edememe, kendini ifade eden insanlarla empati kuramama ya da yüksek empati kurma, anlaşılamama korkusu gibi sebeplerden oluşabilir. Bu izolasyonu kırmak için en iyi önerim çeşitli hobi kursları, etkinlikler gibi sosyalleşme gerektiren süreçlere dahil olunmasıdır.
  • Yalnızlık: Üstün yetenekli bireyler kendi zihinsel performanslarına uygun olarak çeşitli ihtiyaçlarla sosyal bir çevre edinmeye çalışırlarken çoğunlukla yalnız kalırlar. Bu yalnızlık onların kimi zaman yaratıcılığını desteklerken kimi zaman da duygusal gelişimlerini sekteye uğratabilir. Burada alınabilecek kısa ve basit önlemlerle, ilerleyen dönemde daha büyük sorunlara gebe olabilecek bu sorun çözümlenebilir. Üstün yetenekli birey ile benzer özellikleri olan çocukların olduğu sosyal kulüplere gitmek en önemli adımdır.
  • Mükemmelliyetçilik: Üstün yetenekli bireyler çevreden gelen çeşitli uyaranlarla ve gelişimleri sonrasında kendiliğinden olan sebeplerle mükemmel olma ve her şeyin mükemmelini yapma algısı ile hareket ederler. Bu algı çevre tarafından pekiştirildikçe üstesinden gelinemez bir hal alabilir. Bu mükemmel olma isteği bireyin yetersiz hissetmesine sebep olarak büyük sorunlar oluşturabilir. Bunun için ise üstün yetenekli bireyin çevresindeki insanların mükemmel değil iyi olunması vurgusu ile hareket etmeleri gerekmektedir.
  • Akademik başarısızlık: Yukarıda yazdığım bütün sorunlar sonucunda üstün yetenekli birey yavaş yavaş akademik başarısızlıklar yaşar. Sosyal izolasyondan kaçınmak için bilerek öğrenmeyi kapatma olduğu durumlarda sınıfa müdahale edilmeli, öğrenmeye değil okula tepki olduğu durumlarda okula müdahale edilmeli ve sosyal bağlam içerisinde bu sorunlar çözülmelidir.
  • Stres: Duyarlıklar ve mükemmelliyetçilik sonrasında stres temelli psikolojik sorunlar oluşabilmektedir. Bu sürece girildiğinde mutlaka bir uzman yardımı almak gerekmektedir.
  • Depresyon: Birikimli stres ve evrensel kaygılar sebebiyle sıklıkla görülmektedir. Bu durumun işaretleri aile tarafından gözlemlenmeli ve uzman yardımı alınmalıdır.
  • İntihar: Üstün yetenekli bireylerde, normal gelişim gösteren bireylerle aynı intihar eğilimi söz konusudur. Ancak normal gelişim gösteren bireylerde genellikle dikkat çekmek hedeften, üstün yetenekli bireyler sahiden kendi yaşamlarına son vermek istediklerinden maalesef başarılı olmaktadırlar. Aşırı duyarlı kişilik yapısının birikimlenmesi ile bu süreç yaşanabilir. Bu nedenle üstün yetenekli bireyin stres kaynakları aile tarafından tespit edilmeli ve her daim bir uzmanın yardımı olması gerektiği unutulmamalıdır.
Üstün yetenekli olmak bir özel gereksinim durumudur ve bu özel gereksinimden çocuklar da haberdardır. Aile, hem kendini hem çocuğunu bu duruma alıştırmak ve bu durumla yaşamayı öğrenmek durumundadır. Sürecin en başından bir psikolog ve bir üstün yetenekliler öğretmeni ile çalışmak en doğru adım olacaktır.

Umarım sizler için faydalı bir yazı ve yazı dizisi olmuştur. Bir başka yazı dizisinde görüşmek üzere. Sevgiler.

9 Nisan 2018 Pazartesi

Özel Eğitim Alanında Çalışan Öğretmenlerin Mesleki Gelişimleri

Güzel bir haftadan herkese merhabalar. Nisan ne kadar da güzel geldi dünyamıza değil mi? Hepimize neşe ve hareket getirdi. İyi ki geldi!
Bu haftaki konum birkaç yazımı birden atlayarak öne geçen bir konu. Geçtiğimiz pazartesi günü Otizm Farkındalık Günü olması sebebiyle Ankara Üniversitesi Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin organize ettiği ve Prof. Dr. Elif Tekin İFTAR hocamızın sunumunu yaptığı bir seminer oldu. Özel eğitim alanında çalışan öğretmenlere bir ışık tuttu Elif Hoca. Hem de gözlerimizi alan bir ışık. O kadar önemli notlar aldım ki bu seminerde, hâlâ etkisinde olabilirim! Hem kendimi hem de okulumuzu sorguladığım değerli bir seminer oldu bence. O seminerden neler öğrendimse sizlerle paylaşmak istedim hemen.

Bilimsel Dayanaklı Uygulamalar

Bilimsel dayanaklı uygulamalar denilince aklınıza yapılan bilimsel çalışmalar gelmesin. Her bilimsel çalışma bilimsel dayanaklı değil. Bu uygulamaların üç aşaması var ve bilimsel çalışmalar bu aşamalara uygun olduğunda bilimsel dayanaklı olarak kabul ediliyor. En güçlü dayanak, klinik deneyim ve hastanın hangi yöntemi tercih ettiği; bu üç süreç.
Bizim okulumuzda da uyguladığımız ve "bilimsel dayanaklı" dediğimiz yöntem ve programların aslında sadece "bilimsel" olduğunu öğrendik. Bilimsel dayanaklı olması ise farklı bir durum. Bilimsel olup da bilimsel dayanaklı olmayan birçok uygulama var: Duyu bütünleme, tüm dil okuma öğretimi, kolaylaştırılmış iletişim, ses bütünleştirme eğitimi, beyin jimnastiği, DIR/Floortime... Bunlar bilimsel dayanakları yeterince gelişmemiş olan ancak popüler olan uygulamalar. Uygulanması tabi yanlış değil ancak "bilimsel dayanaklı" demek için erken. Bu cebimizde olması gereken bir bilgi.


Okullarda bilimsel dayanaklı uygulamaların uygulanması ne düzeyde?

  • Kanıtlanmamış ve sözde bilimsel uygulamalar tercih ediliyor.
  • Önce inanış sonra bilim geliyorsa "sözde bilim"dir. Sözde bilim uygulamaları oldukça fazla kullanılıyor.
  • Okul yönetimleri bilimsel dayanaklı uygulamaları teşvik etmiyor.
  • Öğretmenler ise durumdan haberdar değil!
Öğretmenlerin bilimsel dayanaklı uygulamaları kullanmama nedenleri nelerdir?
  • Öğretmenler bu uygulamaları kullanacak düzeyde eğitim almadıklarını düşünüyorlar.
  • Öğretmenler kaynaştırma eğitimine ilişkin yeterince bilgi almadıklarını düşünüyorlar.
  • Sınıf öğretmenleri kaynaştırma eğitimi destekliyorlar ancak bu konuda kaygılı ve endişeliler.
  • Çoğu ülkede sınıf öğretmenleri kaynaştırma hakkında bir ders almaktalar ancak bu dersler yeterli işlevsellikte değil. Bizim ülkemiz de bunlardan biri.
  • Öğretmenler makale okumamakta ve makale okumayı bilmemektedirler.
  • Öğretmenler herhangi bir bilimsel yayına üye değiller, takip etmiyorlar.
  • Öğretmenler bilimsel gelişmelerden haberdar değillerdir.
  • Öğretmenler seminer ve konferanslarda etkili olmayan yöntemlerin etkili gibi tanıtıldığı bilgiler almaktalar ve bunu fark etmemekteler.
  • Sınıf öğretmenleri, özel eğitim öğretmenlerinin temel becerilerini sergilemekte zorlanmaktadırlar. (Göz kontağını sağlama, dilini yapılandırma gibi.)
Bilimsel dayanaklı uygulamaların kullanılmamasının sonuçları nelerdir?
  • İşte burada en çarpıcı bilgi söz konusu. Bir öğretmen günde sadece yirmi dakika etkililiği kanıtlanmamış bir uygulamayı sınıfına taşırsa, bir öğrencinin eğitim öğretim hayatı boyunca 2 yılı boşa gitmiş oluyor! Bu çok çarpıcı bir tespit değil mi? Bizim çocuklarımızın vakti bu kadar değerliyken hem de!
  • Ülkenin para ve iş gücü harcaması tasarruflu olarak kullanılmamış oluyor.
  • Öğretmenler işe yaramayan uygulamalar sonrası başarısızlık hissi ile mesleki tatminden uzaklaşmaktalar.
Peki, öğretmenler kendilerini mesleki anlamda geliştirmek için neler yapmalılar?
Açıkçası bir hevesle dinlediğim seminer oldukça güzel geçse de bu konuda net ve birçok öneri alamadım. Seminer boyunca üstü kapalı öneriler geçidi oldu, orası ayrı! Ancak içerisinden çıkardığım önerileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
  • Öğretmenler seminerlere vs katılırken bu bilgilerin bilimsel dayanaklı olup olmamasını sorgulamalıdırlar. Sorgulamalarının sonucunda bu bilgileri kabul etmelidirler.
  • Araştırmaları öğretmenler takip etmelidirler. Dergiler, portallar bu konuda yardımcı olacaktır.
  • Hizmet içi eğitimlerden alınan yüzeysel bilgileri öğretmenler sorgulamalı ve derslerine nasıl adapte edebileceklerini meslek arkadaşlarıyla tartışarak bulmalılar ve uygulamalıdırlar.
  • ADS Toddler Initiative, ADEPT, AFIRM, AIM, LearningABA, START Project gibi yabancı programlar internet üzerinden mesleki gelişime yardımcı olabilmektedirler. Ülkemizde ise Tohum Otizm Vakfı'nın hazırladığı Tohum Otizm Vakfı Eğitim Portalı kullanılabilir.
  • Bu portallar sayesinde bilimsel dayanaklı uygulamalar takip edilebilir ve öğrenilebilir.
  • Yapılan çalışmalar; seminer, hizmet içi eğitim, konferans gibi uygulamalardansa bu gibi uygulamaların daha geçerli olduğunu göstermiştir.

Yani temel olarak öğretmen ne kadar iyiyse çocuk ve aile de o kadar iyidir. Bu nedenle okulumuzda biz, her seminere katılır ve bu bilgileri okulumuzda uygulamaya başlarız. Uygulamaya geçmeyen bilgi ise makalelerde uyumaya mahkumdur, biz o bilgileri uyandırma hedefiyle hareket ediyoruz. Diğer bütün öğretmenlerin ve okulların da bu şekilde hareket etmesini temenni ediyoruz. Bu yazı da Elif Hoca başta olmak üzere bunu amaç edinen herkesi destekleyen bir temenni yazısı oldu bence.
Soru ve görüşlerinizi seve seve bekliyorum. Umarım hepimiz için yararlı bir yazı olmuştur. Haftaya görüşmek üzere.