Merhabalar. Son iki haftadır değerli bir arkadaşım ile yaptığım, tanı alma-tanı ile yola devam etme ve tanı sonrası yaşamı hakkında sorular sorduğum ve sonrasında deneyimlerine dayanarak önerilerde bulunmasını istediğim bir röportajı paylaştım sizlerle. Bu yazı dizisini yayınladığım günden bu yana farklı kişilerden ve uzmanlardan görüşler aldım. Herkese verdiği fikir, herkeste uyandırdığı etki bir başka olmuş. Bende neler oldu anlatmak istiyorum.
Biz özel eğitimciler kendi aramızda hep konuşuruz: A bu eğitimi istiyor mu? B eğer konuşabiliyor olsaydı bu uygulama hakkında ne dersi? Ben bu amacı çalışıyorum ama acaba C keyif alıyor mu bu süreçten? Sorular sorular... Bu soruları sorarak çocuğumuzun motivasyonunun en yüksek olduğu konuyu bulup oradan yola devam etmeye çalışırız. Ne kadar doğru yaptığımızı görmüş oldum. Arkadaşımın öğretmeni ile sağladığı uyum ve motivasyon bana ilham oldu.
Söyleşide konuşan, yazan kişi seneler önce Engelli Raporu olan, RAM raporu olan, rehabilitasyon merkezine giden bir öğrenciydi. Bu süreçte annesinin kendine olan inancını, desteğini çok ön plana alması beni mutlu etti. Her zaman diyoruz, anne ve babalar sürecin içinde inançla olursa her şey daha hızlı ve güzel ilerliyor. Bu söyleşide de bunun canlı ispatını görmüş olduk.
Her zaman kurumda, evde ya da okulda olamadığını; bazen dışarıdan tuhaf tepkiler alabildiğini söylerken bize tam karşımızdan ayna tuttu aslında. Bu yaz, biliyorsunuz, bir yaz kampı oluşturduk ve bu yaz kampında bolca eğlendik çocuklarımızla. Hep sokaktaydık, hayatın içindeydik. Kimi zaman bakışlarımızla "Mazur gör." mesajı verdik karşımızdaki insanlara. Bunu çocuklarımız hissetmedi mi? Bence hissettiler ve mazur görünmekten hoşlanmadılar. Bu nedenle onlar bizi mazur gördüler. Bunu artık biliyorum ve çok utanıyorum. Toplumun farklılıklara olan saygısızlığını özel gereksinimli bireylerin mazur görmesi... Çok sinirlendirici bir durum!
Cevaplarda altı bolca çizilen bir konu daha vardı: Sabır. Özel eğitim sabır işi evet. Ancak bu sabrı sadece ebeveynler ve öğretmenler değil, çocuklar da göstermeli. Bu sabrı da çocuklara biz öğretmeliyiz. Kur'an'da Yusuf'un babası oğlunun kaybolduğunu duyunca "Şimdi bana güzel bir sabır düşer." diyor ya. İşte o güzel sabrı hem biz öğrenmeli hem de çocuklarımıza öğretmeliyiz. Sabretmek söylenerek, bağırarak, çağırarak olacak iş değil; ne dersiniz? Güzel sabretmek en güzeli.
Son dönemde ergenlik başlangıcında olan çocuklarım ve aileleri üzerine sık sık okumalar yapıyorum. Bu okumalarla birlikte ister istemez o çocuklarım hakkında uzun uzun düşünüyor ve çareler arıyorum. Ailelerin yorgunluğu, üzgünlüğü beni de içine çekiyor ister istemez. Buna bir çare öneriyor röportajım: Birlikte, inanarak, sabırla ilerlemek! Gelişim süreci karmaşık olduğu kadar keyifli de. Bu keyfi yaşanan olumsuzluklar görünmez kılabiliyor evet ancak mühim olan doğru bilgiyi alıp, sabırla onu uygulayarak yola devam edebilmek.
Umarım röportaj bende uyandırdığı etkiyi sizde de uyandırmıştır. Bu dizi sonrası çocuklarımızın gözünden dünyaya daha güzel bakabiliyorum. Daha umut dolu ve daha mutluyum. Umarım sizler de öylesinizdir.
Haftaya görüşmek üzere. Sevgilerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder