31 Aralık 2018 Pazartesi

Umut Veren Söyleşi Yazı Dizisi - 1



Merhabalar. 2018'in son yazısı ile buradayım. Şimdiden yeni yıl bize güzellikler, sağlık ve huzur getirsin diye duamı buradan gökyüzüne bırakıyorum; o, hepinizi bulur.

Uzun zamandır sizlerle paylaşmak için sabırsızlandığım bir söyleşim vardı, sonunda sizinle paylaşabiliyorum. Söyleşim; seneler önce dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış, şimdi erişkin bir birey olarak kendi hayatını gayet başarılı şekilde devam ettirebilen bir arkadaşım ile. İsmini verip vermemem konusunda arkadaşım beni serbest bıraktı ancak ben vermemem, kısaltma kullanmamam konusunda ısrarcıyım. Mahremiyete ne denli önem verdiğimi biliyorsunuz.

Ailelerimiz biz uzmanlara hep sorarlar "Büyüyünce işe girecek mi?", "Ben olmadan idare edecek mi?". Ben de hep derim; "Atacağınız güzel ve doğru adımlarla neden olmasın?". Söyleşimi yaptığım arkadaşım ise özellikle annesinin attığı olumlu adımlarla bu günlere gelmiş.

Özenerek seçtiğim sorularıma özenerek cevaplar verdi ve bu cevaplar oldukça ayrıntılı olduğu için birkaç hafta boyunca yayınlamam gerekecek. İki hafta söyleşiyi yayınladıktan sonra söyleşiden benim ceplerimde ne kaldı konusunda da bir yazı yazacağım. Bence ailelerimize ve biz uzmanlara umut verecek bir söyleşi olduğu için bir yazı dizisi oluşturmaya değer, ne dersiniz?
Hadi başlayalım!
...
Nihan ATLAN:Özel gereksinimli bir birey olduğunun bilgisini ailen nasıl anladı?

Cevap: Ben 3 yaşındayken annem fark etmiş. Sonrasında Bakırköy Devlet Hastanesi’ne çocuk psikiyatristine götürmüş. Bakırköy’deki psikiyatrist annemi İstanbul Tıp Fakültesi çocuk ve genç ruh sağlığı psikiyatristine yönlendirmiş. Çocuk ve genç ruh sağlığı anabilim dalında uzman doktorlar orada mevcuttu. O zamanlar tedavi sürecimle Dr. Osman Abalı ilgilendi. Uzun yıllar tedavi sürecini İstanbul Tıp Fakültesi’nde geçirdim. İlkokul çağına geldiğim zaman ilaçlar kullanmaya başladım. 3 aydan 3 aya kontrollerim olurdu. İlaçları almak için rapor çıkarmamız gerekiyordu ve rapor süreci biraz uzun sürdü. Annem aylarca gece gündüz uğraştı raporu alabilmek için ve nihayetinde kurum, uygun görüp raporu verdi. Sonraki aşama, rehabilitasyon merkeziydi. Dr. Osman Abalı, annemi rehberlik merkezine yönlendirdi. Rehberlik merkezinde belirli testlerden geçtim ve bu test sonuçlarından sonra rehberlik merkezindeki heyet, özel gereksinimli olduğumu onayladı. Rapor çıktı. Rapor çıktıktan sonra rehabilitasyon merkezine başladım. Rehabilitasyon merkezi, öğrenim gördüğüm ilkokul ile irtibata geçti kaynaştırma raporum için. Eğitim ve öğrenimimin yarısı kaynaştırma raporu adı altında geçti.

Nihan ATLAN: Sen bu bilgi hakkında bilgilendirildin mi, bilgilendirildiysen bu süreç nasıl oldu?

Cevap: Bilgilendirilmedim ama buna iyi ya da kötü diyemiyorum. Zaman zaman içinde bulunduğum durumu sorguladığım oldu; fakat bunun bir önemi olmadığını düşündüm. Açıkçası annem ve hocam özel gereksinimli olduğumu hissettirmedi bana; ama eninde sonunda hissediyorsun. Bu bir hissiyat ve bundan kaçış yok. Ailen hissettirmez, özen gösterir. Toplumda herkes aynı hassasiyeti gösteremez. Sonuçta sürekli kurumda, okulda ya da evde değilsin. Dışarı çıktığın zaman, sokakta yürüdüğün zaman ister istemez özel gereksinimli olduğunu saklayamıyorsun. İnsanlar o kadar ince düşünemiyor. Sende tuhaf bir şey gördüğü zaman pat diye söylüyor yüzüne. Söylemeyen insanlar nadirdir. Onlar da bakışları ile yeterince söylemiş kadar oluyorlar.
Önemli olan şuydu; nasıl mücadele edebilirim bilmiyordum. Mücadele etmeyi elinden geldiğince annem ve özel eğitim gördüğüm kurumdaki Atilla Hoca'mdan öğrendim. ‘’Bu mücadele hepimizin mücadelesi!’’ diyerek bir yola çıktık. Sorgulamaktan ziyade kendi gelişimimi nasıl sağlayabilirim, kimden nasıl beslenebilirim, önemli olan buydu.
Yanılmışım gördüğüm kadarıyla. Her zaman teksin, istediğin kadar eşin, dostun, ailen, hocan yanında olsun; kendine yardımcı olacak kişi sensin. Mesele senin ne kadar istediğin, ne kadar gayret gösterdiğin. Karşındaki insan sana istediği eğitimi ne kadar mükemmel bir şekilde verirse versin; istediği kadar anlatsın, yırtınsın gayretin yoksa, çaba gösterecek bir eylemde bulunmuyorsan öğrenimini tamamlayamazsın. Bizi tanımlayan şey eylemlerimizdir. Sürekli öğrendiğin bir şey üzerine katkı yapacak, mertebeyi yükseltecek kişi her zaman sensin; karşındaki değil. Böylece bunu öğrenmiş oldum. Tekrar tekrar öğrendiğin bir şey üzerinden geçtikçe hafızada ister istemez kalıcı oluyor. Mesela öğrendiğim hiçbir şeyi unutmak istemedim. Bunun için hep çaba gösterdim. Sürekli tekrar ederdim çocukluğumda ve bunun faydasını şimdi görüyorum. Şu an çevrem bu durumu çok garip buluyor; çünkü 10 yıl öncesini harfiyen neyse onu anlatabiliyorum. Hangi kelime nerede söylendi, hangi cümle nerede konuşuldu hepsini bütün ayrıntılarıyla söyleyebiliyorum. Kimisi için anlamsız saçma gelebiliyor. Çok detaya takılıyorsun diyenler de var; ama o detay her şeyi değiştirebiliyor.

Nihan ATLAN: Rehabilitasyon merkezinde yaşadığın süreci anlatabilir misin?  Öğretmenlerin tutumu, okulların işleyişi, diğer öğrenciler, farklı tanılardan öğrencilere o yaşta verdiğin tepkiler vs. gibi.

Cevap: Rehabilitasyona alışma sürecim biraz zor oldu. Hemen benimseyemedim açıkçası.
Diğer öğrencilere nazaran ben daha "hafif"tim. Çok daha ağır öğrenciler vardı ve bu beni oldukça üzüyordu. Kuruma gittiğim zaman hızlıca merdivenleri çıkarak ders alanıma, odama giderdim; ağır öğrencilerle karşılaşmamak için. Sonra içime dert olur, merdivenlerden hızlıca iner ve diğer öğrencilere selam verip konuşmaya çalışırdım. Daha da üzülmek için üzülmezsem kendimden daha kötüsünü görmezsem nasıl kendim için iyi bir şey düşünüp mücadele edebilirdim ki?
İlk zamanlar kabullenemedim. Kuruma hiç gitmek istemiyordum, isteksizdim. İsmini hatırlamıyorum derslerime başka bir hoca giriyordu. O zaman Atilla Hoca idarecilik yapıyordu. Derslerime giren hoca zamanımı geçireyim, saatimi doldurayım, çekip gideyim der gibi bir haldeydi. Hiç samimi gelmemişti. Açıkçası memnun da değildim kendisinden. Ders dışında bir şey konuşmuyorduk ve sosyal hayatım ile ilgilenmiyordu bile. O yüzden devamsızlık yaptığım çok oldu. İlerleyen zaman sürecinde Atilla Hoca ile devam ettik. Enerjisi çok yüksekti, kanım hemen ısındı. Birbirimize zamanla alıştık ve uyum sağladık; daha da önemlisi takım olduk. Atilla hoca ile çalışmaya başladığım süreçte rehabilitasyona isteyerek gitmeye başlamıştım.

Nihan ATLAN: Senin bu süreçte karşılaştığın güçlükler nelerdi?

Cevap: Kendimden başka kimseyle ilgilenemedim. Beni üzen de buydu. Kendime zor yetiyordum. Sürekli kelimeler ve cümlelerin içinde sıkışıp kaldım. Kendim olamadığım için, herkesin ahlakına göre yaşamayı tercih etmek zorunda kaldığım için bedenim ve ruhum çatışıyordu. Hayatta hep bir şeylerin zorunda kalıyoruz. Bu zorundalık kendimizden çok karşı taraf için oluyor. Neden peki? Daha çok sevilelim diye mi, toplum içinde gözde olalım diye mi, o mutlu olsun da gerisi önemli değil demek için mi? Bazen insanlar meleği oynasalar da şeytanı göstermekten hiç çekinmezler. Neyse ki kalbim aklımdan önce geliyordu. Kalbimin sesini duymaya, duyurmaya, nefsimi değil de nefesimi dinlemeyi öğrendim. Kalbimiz çarptığı sürece umut vardır. Yaşamım boyunca çırpındım durdum. Kimsenin umursamadığı bir adam olmaktan çok korkuyordum. Hep bir uğraşın, çabanın içindeydim. Hangi tarafım fazla hangi tarafım eksik düşündüm durdum.
Bu uzunca bir süre kadar; hatta yıllar sürdü diyebilirim. Getirisi olduğu gibi götürüsü de oldu. Eksik tarafımdan değil de fazla olan tarafıma yoğunlaştım. Fazlasıyla eksik tarafımı kapatacağını düşündüm. Hayal gücümü oldukça ileri boyuta taşıdım. Gözlem yapmadan duramazdım; sonra duygu yönümün eksik olduğunu hissettim. Kurduğum hayaller de daha çok vicdan baskın kalıyordu. Bu da duyguyu ortaya çıkardı. Duygunun bende ortaya çıkışını daha da detaylandırmak gerekirse herhangi bir aidiyet duygum yoktu. ‘’Sadece yaşamak istiyorum.’’ düşüncesi vardı. Yaşadığım şeyleri kimseyle yaşayamadım. Bir derdimi, sıkıntımı biriyle paylaşabiliyordum; ama yaşadığım acıyı kimseyle yaşayamadığımı fark ettim. Gerçekte acı da yalnız yaşanır. Ona sahibinden başka kimse yaklaşamaz bunu anladım. Ben acıyla ilk defa susarak kendimi ifade edemeyerek tanıştım. Çocukluğumun en büyük acısıdır.
Aslında acı çekmek ya da acı çekme arzusu taşımak tamamen kişilikle ilgilidir; çünkü ne söylersem, ne yaparsam insanlara garip geliyordu. İlkokul çağımda ismim ile hiç seslenilmedim. Deli ya da sakat kelimesi ile seslenirlerdi. Üzülürdüm; ama üzerinde fazla durmamaya çalışırdım; ama takıldığım nokta şuydu: Hocalarım benimle gurur duyduklarını söylerlerdi; fakat benim hocalarımda aradığım şuydu: Bir hoca öğrencisinin yüzüne bakarken gözlerinin içi gülmeli. Ben bunu hocalarımda göremedim. Şimdi benim için gurur duyduğunu söylese neye yarar?
Çevrem, bakışlarımı kaçırmak zorunda olduğum insanlarla doluydu. Kör olmak istiyordum. Hayata karşı duruşumun denizanalarının duruşuyla aynı olduğunu düşündüm. Dalgalarla dalgalanıyor, dokunmaya çalışanları yakıyor, bir sağa bir sola savruluyordum. Evet, rahatsızlığım vardı ve tepkilerim, davranış biçimim sıra dışı olabilirdi. Bu bir kusursa insan kusurlarıyla güzeldir. Bunu kusur olarak görenler benin yanımda olmadılar. Tek başıma kaldım, her şeyi tek yapmak zorunda kaldım.
Yanımda sadece Annem vardı. Benden yana hiçbir zaman umudunu kesmedi. Herkesi utandırdım; ama annemi utandıramadım. Annem biliyordu, benim düzeleceğime inandı, bana güvendi ve her şeye rağmen hiçbir şeye kulak asmadı; ama çok üzülüyordu. Kaç kere ağladığını gördüm. Benden saklamaya çalışsa da ilkokul zamanımda, teneffüslerde bile annem yanımda olurdu, ayrılmazdı hiç. O zamanlar ilaç kullanıyordum. Oldukça ağır ve dozu yüksek ilaçlardı; ismini vermek istemiyorum. Annemin kaygısı anladığım kadarıyla gurur meselesi yapacağımı düşünüyordu. Ben rahatsız mıyım da o ilaçları içiyorum gibi. İlaçların bir kısmı annemde bir kısmı sınıf öğretmenimde olurdu. Bir yandan da ilaçlarını almadın mı diyen alaycı tavırlarıyla ilkokul arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim vardı. Hadi çocukları geçtim de bir eğitimci bunu niye söyler ki? Evet okulun, sınıfın huzurunu bozacak şeyler yapardım; öğretmenleri aşırı derece kızdırdığım, üzdüğüm olurdu farkında olmadan; fakat bu durum, bunu söyleme hakkını vermezdi diye düşünürdüm. Veli toplantısı olduğu zaman annemin yüzündeki üzüntüyü hiç unutmazdım. Bütün veliler annemi suçlarcasına laf söylerdi. Bizim çocuklarımızın huzurunu, dikkatini dağıtıyor diye. Annem orada hep savunmasız kalıyordu. Haliyle bana da bir şey diyemiyordu.
Kabullenmek gerekirse aileme ve çevreme zor şeyler yaşattım. Zor yıllardı, bir yandan annem benim üzerime titrerken diğer yandan da ‘’Bu çocuk kaynaştırma öğrencisi olmasa burada bir dakika bile tutmayız.’’ diyen idarecilerin seslerini duyuyordum. Kaynaştırma raporu nedir bilmem. Çok sayıda okul ve sınıf değiştirdim. Alışmak ne demek, kabullenmek ne demek o zaman öğrendim. Her şeye alışabiliyordum artık. Başka çarem de yoktu. Başkalarının isteği önce geliyordu. Kimse ne istediğimi sormadı, ne olacağımı sormadığı gibi. Kimseye bir şey diyemedim, kızamadım. Böyle bir hakkım olduğunu düşünmedim bile. Ne olursa olsun bu durumdan kurtulacaktım. Bunu bilmek beni yeterince mutlu ediyordu. İçinde bulunduğum durumda, iyi ya da kötü, karşı tarafın size ne hissettirdiği önemli. Karşı taraf bana bunu kötü hissettirdi. O yüzden "Bu durumdan kurtulacaktım." cümlesini kurdum. Evet, uyumsuz bir çocuktum ama uyumsuzluk asla başarısızlık değildir. Eğitim hayatım boyunca öğrenmem gerekenden çok öğrenmemem gereken şeyleri öğrendim.

Nihan ATLAN: Bu süreçte karşılaştığın güzel durumlar ve sana katkıları neler oldu?

Cevap: Sağlıklı olmanın yollarını arıyordum. Sağlıklı olmanın yolu mutluluktan geçiyordu. Tek başına mutluluğun yeterli olmadığını, mutluluğu sevenlerin, sevdiklerinle anı haline geleceğini düşündüm. İnsana mutluluk kadar sağlık katan bir şey yok. Bir insan başkasını mutlu etmeden mutlu olamıyor bunu anladım. Mutlu olmanın bu dünyada bir yolu daha var, o da iyilik yapmaktır. İyiliğin tanımı elbette değişebilir. Komşuna yardım edersin ya da ağaç dikersin… Hazdan, aşktan vazgeçilsin demiyorum elbet ama ruhun da doyurulmaya ihtiyacı olduğunu anladım.
İyi olmak dünyanın en zor işidir. Kötü olma şansın varken iyi olmayı seçersen bunun sonucu huzur ve mutluluktur. Bir insan nasıl acı çeker diye düşündüm. Ben niye acı çektim? Sevmeden acı çekemezsin. Karşındakine acı çektireceksen önce kendini sevdireceksin. Gerçekler işte böyle can sıkar! Kıymetli olanın ne olduğunu anladım sonunda. Önce kendi kıymetini bileceksin, sonra o kıymeti diğer insanlara vermeyi öğreteceksin. Bak gerçeğin ta kendisi işte! Gerçek olmak istedim. Hayalin bile gerçek ile sınırlı olan tarafını düşündüm. Doğru olanı yakalamaya çalıştım, hep mücadele ettim. Topluma karşı kendimi sorumlu hissetmeye başlamıştım.
Bugünden bahsedecek olursak tam tersi bir durum söz konusu. Sorumluluk kavramı ortadan kalktı. Bir kıza âşık olup acı çekmek, sevdiğini beklemek bugünün dünyasında yeri olmayan durumlar. Artık bugün biri, yarın ise bir başkası var. Bu da hayatı anlamsızlaştıran, değersizleştiren bir durum. Hayatın çok hızlanması anlamı yok ediyor. Müzik de bile melodi değil rtim öne çıkıyor. Melodiyi duymayan ruh asla doymaz, kederlenmez ya da sevince kapılmaz. Hayatın her alanında yaşanan biraz da bu. Yürümenin bana iyi geldiğini fark ettim. Yürümek, iyi bir hikâye ya da şiir okumak, güzel bir müzik dinlemek, bir insanla sohbet etmek bana huzur veriyordu. Tecrübeler deneyimler bize yoğuracak sözcükler sağlar. Bunları yazarken bir yandan da şunu söylemek isterim. Sanırım yalnızlığa yatkın bir kişiliğim olduğunu fark ettim. Bu hoşuma gidiyordu, çünkü hayal gücümü ve yaratıcılığımı besliyordu. Bir şeyler üretebilmek, yazabilmek, bulabilmek için yalnız olmam gerektiğini düşünürdüm ve çoğu zaman yalnız olurdum.

Nihan ATLAN: Tanının kalkması sonrası hayatında meydana gelen değişiklikleri anlatabilir misin?

Cevap: Tanı kalktıktan sonra hayatımda meydana gelen değişiklik bir daha rehabilitasyon merkezine gidemeyecek olmamdı. Baktığım zaman bana en büyük katkıda bulunan, beni başarılı kılan, gerek öğrenim, kültür, eğlence, sosyalleşme, ifade biçimi, diksiyon vs. gibi her konuda yardımcı olan bir kurum sonuçta. Kurum dediğimiz aslında çatısı olan bir bina işte. Önemli olan; kurumun içinde eğitimcilik ruhunu taşıyan, ticari bir amaç gütmeyen, işini sevdiği için yapan realist bir eğitimcinin olmasıydı. Şanslıydım! Öyle biri vardı kurumda. Hocam Atilla Işık, ondan ayrılacağım için üzülüyordum. İşte tanı sonrası hayatımda meydana gelen söyleyebileceğim tek değişiklik bu.
Benim açımdan tanı öncesi ya da tanı sonrası diye bir şey olmadı. O tanının benim için tek önemi rol model olarak gördüğüm, kurumda eğitim aldığım, bana eğitim veren, yanımda olan, beni yalnız bırakmayan hocamdı. Başıma gelen iyi ya da kötü şeyleri tanıya bağlı olabileceğini düşünmedim. Aslında üzerimde tanı olduğunu düşünmedim. Belki de bunların hiçbirini düşünmediğim için, önüme baktığım için iyi oldum bilmiyorum.
İnsan bilmeyince kendinden çok emin oluyor. Hayatımda meydana gelen o kadar değişik şeyler vardı ki hem tanının içinde hem tanının dışında! O yüzden tanının benim için bir önemi yok. Hayatımızda güzel şeyler meydana geldiği zaman bunu özel bir durumun içinde olduğumuz için o güzel şeylerin başımıza geldiğini düşünüyoruz sadece. Kendimizi tamamen iyi hissetmek için düşündüğümüz, söylediğimiz koca bir yalan aslında. Bu biraz şey gibi: sabahları gülümseyerek birbirimize ‘’Günaydın’’ deriz. Neden peki? Karşı tarafa kendini iyi hissettirmek için, kendimizi iyi hissetmemiz için. Yani söylemek için söylediğimiz bir şey işte. Tanı varken de ilkokul ve lise okudum; tanı yokken de lise ve üniversite okudum. Tanı varken de bir işte çalıştım; tanı yokken de bir işte çalıştım. Şimdi başıma gelen şeyleri bir kelimeye, tanıya nasıl bağlayabilirim ki? Bunları yaşamam, görmem gerekiyormuş. Yaşadım ve gördüm. Bundan hiçbir zaman kaçmadım. Kaçsaydım kendimle savaşacaktım. Mücadele ettim, hayatla savaştım. Hayat beni tercih etti, ben de hayata karşı mücadele etmeyi tercih ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder